11 Ocak 2013 Cuma

Diyalog


- Genel olarak doğru değerlendirmeler.. Fakat dır ve tır dememek lazım. İsrail sonuçta ne yapacağı kesitirilemez bir devlet. Suriye ile aralarında müzakereleri yürütürken yaptığını da beklemiyorlardı.. Bu kısmen doğru, Abd'nin desteğini garantilemeden atılacak bir adım İsrail'i fena halde zor duruma sokabilir.. Bu bakımdan çok uğraştılar. Fakat henüz açık bir destek bulabildiklerini göremiyorum. Aksine bu konuda sıkıntılılar. Cepheyi genişletmek adına yapmayacakları şey yok.

En son hadiseleri (film olayını kast ediyor) - doğrulatmak imkânı bulamadıysam da- bu gözle de görmek lazım. Bunun yanında Suriye'yi arafta tutmak, müslümanlar nezdinde İran için muazzam bir prestij kaybına sebep olduğu gibi, Türkiye'yi de sıkıştıran bir süreç.. Psikolojik olarak İran'a yönelik yapılacak bir girişimin zeminini hazırlıyor. Cemaatin İran konusunu bu çapta işlemesi ve düşmanca bir dil geliştirmeleri de ayrıca dikkat çekici. Suriye konusu bu bakımdan da istismar mevzuu yapılıyor. Bu pers yayılmacılığının olmadığı anlamına gelmez fakat Türkiye'nin mezhep savaşını beseleyecek bir siyasî mevziiye kayması riski Türkiye'yi kilitliyor. Bunu aşmanın yolu Rusya'nın ve İran'ın belli konularda tatmin edilmesine bağlı.. 2 sene önce Suriye özelinde yaptığımız teklif kabul görseydi bu açmaz aşılabilirdi. Şimdi ise oluşmuş şartlara kendini adapte etmişlerle anlaşmadan atabileceğin bir adım yok.. Aksine doğuda açılım derken yine camianın muazaam çabalarıyla ve oslo görüşmelerinin deşifre edilmesiyle birlikte, buna eşlik eden bir şiddet dalgasına karşı savunma durumunda kaldın. Üstelik Suriye'nin kuzeyinde örgütlenme için zaman da kazandılar. Bu bir zekâ tarafından kuşatıldığını gösterir. Ayrıca içte de benzer gelişmeleri kör değilsen görüyor olman lazım. Bu Kumandan'ın merkezinde İsrail olmasın tahminin gerçekleşmeleri boyunca görünen oluyor. Bu halkın yapıp ettikeleri bakımından değil ama senin zaafın ve halkın merkezî bir iradesinin olmayışından istifade ile senin fırsat verdiğin oldu, oluyor.. Bu her şey bitti demek değil ama kaçanı gör ki, önünde ne olduğunu anla kâbilinden laflamalar.

- Fakat İran sıkışmadı mı bu arada?

- Aksine asıl sıkışan İran zaten. En son Celil'inin kendi talebiyle gelişi, Mısır'da yapılan zirvede burnundan kıl aldırmaz tavrına mukâbil nükleer meselesine dair sıkışmışlığı ve bunun gibi daha nice meselede tek çıkış kapısının Türkiye oluşu.. BM Güvenlik Konsey'ine karşı ister AB içinde olsun, isterse NATO'da tek müdafiinin Türkiye olabileceğini biliyor. Ayrıca Suriye'nin öyle yada böyle çözüleceğini gördüğünden, kendi güvenliği konusunda anlamlı garantiler alabilmesi için de Türkiye'ye muhtaç. Daha doğrusu yeni Suriye'nin Türkiye-İran birllikteliği ile bu kısır ve yıpratıcı çözümsüzlükten kurtulabileceğini biliyor.

Veya tam tersine İran Abd'yi tatmin edecek bir uzlaşma arayışına da girebilir. Bu İran'ın sıkıştığı gerçeğinin ama Türkiye ama ABD üzerinden atlatma girişimlerinin beklenmesi gerektiğini gösterir..

- Rusya?

- Rusya nihayetinde İran'dan yana bir tavır almaz. İran ve Suriye meselesi Rusya için batıya kendisinin çantada keklik olmadığını göstermenin bir aracı sadece. Sonuçta pazarlık unsurundan ibaret. Burada belirleyici olan Türkiye güdümüne öyle yada böyle boyun büken bir İran olacak mı olmayacak mı? Arab Baharı'nın ortaya koyduğu sonuçlar ile birlikte düşünüldüğünde İran'ın Türkiye-Mısır ekseni diyelim buna, dahil olması aklın yolu. Ayrıca Rusya için İran krizinin devamı kendi petrolüne bağımlı Avrupa'nın terbiye aracı da.. Bu bakımdan Türkiye'nin İran'a açacağı yol AB tarafından da olumlu karşılanmak zorunda. Merkel'in Celili görüşmesine denk gelen Türkiye övgüsünü de buna bağlıyorum. İran nükleer programını garantiye almak karşılığında Suriye meselesinde tavrını tamamiyle değiştirebilir, elbette Türkiye'nin garantörlüğü ve arabuluculuğu altında, yoksa batıya güvenemez. Rusya ise böyle bir durumda bu gelişmeyi bozmak için elinden geleni yapacaktır veya batı tarafından tatmin edilerek susacaktır.

Aksi halde İran eğer Abd üzerinden yaşadığı krizi aşmak yolunu tercih ederse bu açık ve net bir ihanet olacağı gibi, aynı zamanda salkım saçağında gezinen ant-i amerkancı klikleri kamuoyu nezdinde tam bir iflasa sürükler. İran bunu göze alabilir mi?.. İsrail için dediğimi İran için de söylemek isterim. İran sonuçta PERS merkezli çıkarlarının gereğine bağlı bir devlettir.

- Fakat siz dediniz ki Türkiye hükümeti de hatalar yaptı veya kendisini zora soktu.

- Şimdi şunu görelim, özellikle "one minute" hadisesinden öncesi ile sonrası arasında köklü bir politik kopuş yaşandı. Fakat bu ideolojik bir kopuşdur diyemiyoruz. Geçen gün Davutoğlu ile Hürriyet Gazetesinde yapılan röportajda adına büyük doğu diyenler var, bağımsız türkiye diyenler var, yeni osmanlı diyenler var diyor. Biz bir isim koymadık demeye getiriyor. İyi de isim koymadığınız şey nedir?!.. Ahmet Davutoğlu veya Tayyib Bey, şapkayı önüne koymalı. Duyguda ve politik tavırlarda karşı olduğunuz -ki sizi milletin bizden diye sahiplenmesi de bundan- İsrail ve diğerleri diye işaretlemeniz ve bu yönde kıpırdanmanız, ideolojik bağlılık içinde de mümkün. İslamî bir kaygı ve duyguya ait olmakla birlikte demokratik bir düzen etrafında çevrenize bir çeki düzen vermeye kalkışmanız en büyük zaaf noktanız. Genel geçer bir kabul haline gelmiş demokrasi kelimesini keskin bir biçimde terk etmek mümkün olmasa bile, bizzat "batı tipi demokrasi" etiketlemesi adı altında bizzat demokrasiyi bütün zaaflarıyla tartışmaya açmak ve kendinize has bir "demokrasi"ye doğru kıvrılmak yolunu tutabilirsiniz. Kaldı ki, bugün Türkiye dışında bu çapta sindirilebilmiş bir kelime değil bu. Ne kadar bilinçli ve şuurlu söyledi bilemiyorum ama büyük doğu derken Davutoğlu mücerret bir rüyanın isimlendirilmiş bir temenni ifadesi miydi? Yoksa bunu aşan bir derinliği var mıydı?

- Derinlik derken?

- Şimdi misâl yeni anayasa çalışmaları kapsamında idari yönetim biçimine dair meseleler de gündeme taşınıyor. Kendisine has bir başkanlık sistemi tartışmasını bizzat Tayyip Erdoğan gündeme getirmişti. Gayesi üç aşağı beş yukarı şöyle görünüyor; milletin en geniş çapta kendisini ifade edilmiş bulduğu fakat güçlü bir liderlik altında da toparlanmasına hizmet eden bir sistem. Zan ediyorum icracı cumhurbaşkanlığı ile ümid edilen, muhafazakâr oyların daima kendi lehine olacağına dair duyduğu itimat. Bu yolla diğer kesimlerin meselelerine bulunacak olan çözümler üzerinden dönüştürülmesinin zamana yayılması. Aksi halde direkt demokrasiye karşı alınacak bir tavrın, halkın ideolojik hazırlıksızlığı dikkate alındığında doğurabileceği sakıncalar ve oluşturacağı zaaf tehlikeli görülüyor.

- Bu haksız bir kaygı mı?

- Doğrusunu söylemek gerekirse haksız diyemeyiz. Fakat böyle bir yöntemin rahatsız ettiği hali hazır müslüman toplulukları da görmek lazım. Halbuki hükümet halkı ideolojik bakımdan hazırlamak bakımından -fikir özgürlüğü var ya!- ön açıcı bir tutum sahibi olabilir.

-Nasıl yani?!

- Şunu demek istiyorum. 28 Şubat sürecinde ağır mahkûmiyetlere ve baskılara maruz kalmış bulunan bu toplulukların kaygı ve nefretini çekmektense, böyle bir süreçte zımnen ittifak edebilir. Bunun için bazı kritik adımlar atması yerindedir diyorum. Misâl 28 Şubat Yargılamaları'nda idama mahkûm olan Salih Mirzabeyoğlu'nun -ki büyük doğu derken- önünün açılması gibi.. Hatta mevzuu bu değil, bizzat halkın ideolojik dönüşümü konusunda bir nevi danışıklı bir dövüş içinde. Ki hizbullah, kaplan davalarından da bir çok insan var. Alternatif bir parti gibi değil belki ama STK'lar (düşünce kuruluşları, dernek ve vakıflar vs) ve eğitim sisteminde zemin oluşturucu hamleler. Bu millete bu ruhu iade edecek ve ideolojik bir formasyon kazandırabilecek tedbirler.

- Bu mümkün mü diyorsunuz, yani hükümet cenahından?

- Açıkcası hükümetin durumunu bilemem, fakat buna bir yönüyle mecburdur. Aksi halde ideolojik muhtevadan yoksun duygu ve politik tavırlarla bu işin sürmesi mümkün değil. Aksine dönüştürülürler. Bu sadece bu hükümetin meselesi olarak görülmemeli, Suriye, Mısır, Tunus ve istisnasız tüm islam coğrafyasının güdücülerini ve mesûllerinin tarihî sorumluluklarını yerine getirme şartı.

Geçen gün Zaman Gazetesi'nden Ali Ünal'ın yazısında görünen çarpılma ve yamulmayı buna misal vermek isterim. Daha doğrusu gülen cemaatinin düştüğü durum.

- İslamcılık ve Bediüzzaman yazısını diyorsunuz.

- Aslında Mümtazer Türköne de dahil, bir bütün olarak görmek lazım. Karşısında da aksi davayı savunan yazarlar da oldu. Fakat karşılıklı olarak ister o yönden bakılsın, isterse bu yönden sonuçta meselenin özü İslamî bir dünya görüşünün mümkün olup olamayacağında düğümleniyor. İşte demokrasinin İslam'a uygun olup olmadığından tutun da, totaliterlik, çok kültürlülük vs gibi mevcut ideolojilerin yedeğinde süren olurlar ve olamazlardan ibaret. Bunu mümkün görenlerin durumu da içler acısı.. Ortaya tohumda saklı gen haritası gibi toprağa düştüğünde ne olacağının şuurunda olan bir nüve fikirleri yok!.. Kaldı ki karıştırılan bir diğer husus, bir dünya görüşünün cemaati olmaz, ancak bir dünya görüşünü benimseyenelerin çeşitli cemaatleri olabilir. Bunu bir devlet gibi düşünün. Osmanlı bürokrasi ve ahalisinde kaç çeşit mizaç hususiyetine bağlı dinî ve içtimaî topluluk vardı.

Ali Ünal elmayla armutu kıyaslamış. Tabii bu arada hayatın boşluk kabul etmediğinin şuurunda bile değil. Liberal-Demokrat batı dünya nizamının içinde bir çeşni topluluk olduğunun farkında bile değil. Bu senin iman duygunun başka bir duygunun kalıbı içinde kıvranmasından başka nedir?!.. Kaldı ki Bediüzzaman bu mânâda "dünya görüşü" mimarı değil, istikbale ısmarlanmış kalıba ram olmaya namzed iman ruhunu üfleyen bir mücahiddir. Ali Ünal bağlısı bulunduğu adamdan bu bakımdan da habersizdir. Habersiz olduğu için de, araba tasarlayan ile bu arabanın şöforü, yolcusunu yetiştiren adamı tokuşturmak gafletini sergilemiş. Araba tasarlayan daima azdır ama milyonlar bunu kullanır. Ali Ünal "Büyük Doğu" transatlantiğine mukabil, kıçı kırık "demokrasi" teknesine milyonları hem de Üstad'ının ruhuna ihanet çapında taşıyan pusulası şaşmışlardan binlerden biri.

- Türkiye'nin öne çıkan ve kuşatılmaya çalışılan duygusu ve politik tavırları bakımından "ideolojik" zaafı bağlamında konuşuyorduk...

Yaşatılan hayal ve bunun gerektirdikleri arasındaki uçurum bakımından misâl olarak çocuğun "uzaya çıkmak" hayaline mukabil yaşadığı duygu ile elindeki imkân ve kaabliyetin oluşturduğu tezata dikkat çekiyorum. Çocuğun zaman içinde uzaya çıkmanın gereklerinin çetinliği karşısında gardının düşmesi neticesi uçurtma uçurmayı uzaya çıkmak diye tarif etmesi ve bunu savunması gibi. Bilmem sıkıntıyı görüyor musun?

Halbuki doğru bakış açısı şudur;

Bu gözle her çaba yerini ve işini bilmek üzere ayrı ayrı fedası mümkün olmayan kıymetler. Mesele bu kymetlerin yepyeni bir dünya görüşünün unsurları olmak yoluyla birlenmesi. El ile kafanın, ayak ile gövdenin münakaşa ve kavgası gibi nisbetsizlikten doğan tezatların oluşturduğu zaafa düşmemek lazım. Büyük Doğu-İbda bu mânâda hiç bir kıymeti yerinden edici ve şahsiyetini ezici aynı kategoride bir şey değil.. Hükümet, cemaat, meşrep ve devlet idealini yaşatanlarına kadar bütün yelpazeleriyle müslümanların önce bunu anlaması lazım. Kısaca rakip değil, bütün unsurların bir bütün fikir halinde tecelli zemini.. Hani şu Ali Ünal'ın demokrasi zemini üzerinde kanırta kanırta Üstad'ının ruh ve imanını yamultma zoruna mukabil hüvesi hüvesine cuk oturan bir tecelli zemini.. Bizde İslamî camiada da olan bir hastalık bu. Batıdan gelene peşin bir kıymet vermek hastalığı. Kendini bu yolla doğuralatma ihtiyacı his etme. Bu ezik adam psikolojisidir!.. Misâl Büyük Doğu Küllayatında ciltlerle izahı ve ruhu işaretlenmiş bir "Dünya Görüşü" karşısında burun kıvırmaların altında gizlidien gizliye işgalcisine aşık böyle bir ruh haleti var. Hani "milli"ciler veya milliyetçiler diyeyim düpedüz dilerseniz. Onların durumu da farksız. Müslümanlık kimliğini belirleyici görenlerde de, müslüman milletim önceliğini yaşatanların da "duygu" olarak batıdan farkı olsa da "zihniyet ve anlayışta" nasıl bir makûmiyet yaşadıkları ortada. Sonra Büyük Doğu'ya burun kıvır. Yahu hiç olmazsa oku değil mi?!.. Burun kıvırdığın şeyin ne olduğunu bil!.. Mevzuu uzamasın ama "mukaddesatçılar arası diyalog", "medeniyetler arası diyalog"dan öncedir derken, kastımızın ne olduğu süzülmeli!.. Hangi MEDENİYET?! Öyle lafla değil yeni dünya düzeni teklifinle sen kimsin ki?!.. Sözünün ispatını göster.

Misâl İHH, Mazlum-der, Özür-der gibi Stk'lar "Abant Toplantıları" gibi bu kapsamda bir zemin oluşturabilirler, öyle değil mi?!

Neyse,

Bu kadar yeter!..


Abdullah Kuloğlu

19 Eylül 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder