11 Ocak 2013 Cuma

İMRALI SÜRECİNİN GÖSTERDİKLERİ-1


                   

30 yıllık bir çatışmanın tarafları yorduğu açık. Bu mücadele başladığında taraflardan biri reflekste muassır medeniyet denilen batıcı bir liberal cumhuriyet, özde ise “kemalist ulusalcı” bir duruş sergiliyordu. Diğer taraf ise yine reflekste “marksist-leninist”, özde ise “apocu-ulusalcı” bir yapı belirtiyordu.

Mesele kendisini, soğuk savaşı besleyen ideolojilerin kılık kiyafeti altında ifade mecburiyeti ve zoru altında gizliyordu.

Misâl Filistin mücadelesi de başlangıcında reflekste “sosyalist”, duyguda “islamî” idi.

Soğuk Savaş dönemi liberal bloğun zaferiyle sonuçlandı. Dolayısı ile daha önce kendi iç çelişkilerini ve meselelerini karşıt ideolojiler üzerinden tarif etmek imkânı da tükenmiş oldu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu idaresi olan kemalist rejim ile Pkk’nın üzerine oturduğu apocu rejim, kuru şoven bir duygudan ibaret olduğu için, soğuk savaşın bitimiyle birlikte ilan edilen yeni dünya düzenin gereği olarak törpülenmek mecburiyetinde kaldı.

Soğuk Savaş’ın hatrına katlanılan “kuru şoven” yapılar ve anlayışlar, yeni dünya düzeninin esasını teşkil eden liberal demokratik ilke ve prensibler çizgisinde zorlandı ve hala daha zorlanıyor.

Bugün bu zorlamanın tabiî tezahürü olarak , ne TC eski TC ne de Pkk eski Pkk olarak kalamadı.

Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri de, Pkk yöneticileri de şunu gayet net olarak görüyorlar; yeni dünya düzenin gereği liberal demokratik ilke ve prensiblerle uyum içerisine girmeyen hiçbir yapı varlığını muhafaza edemeyecektir.

Gelinen noktada tarafların “ yorulduğu” yani psikolojik olarak uzlaşmaya ve barışmaya açık hale geldiği açık. Dün dünya düzeninin iki kutuplu olduğu şartlarda, ortaya konulacak bir mücadelede tazeliğini koruyabilen “zafer” beklentisi, bugün hakîm liberal demokrasi özlü dünya düzenine teslim olarak “yorulmuşluğunu” dindirmekten başka çare bulamıyor.

Bu bakımdan İmralı sürecinin taraflar arası mahiyeti, esasta psikolojik olmaktan ibarettir dersek bu temelde doğru bir tespit olur. Dün de öyle idi.

Dolayısı ile AKP hükümeti ile PKK karar vericileri arasında uzlaşma zemini “liberal demokratik” esaslara bağlı bir “KURUCU ANAYASA” olmak mecburiyetindedir.

Hükümetin duyguda “İslamî”, Pkk’nın ise duyguda “seküler” olması bu sonucu değiştiremez. Çünkü hem belirleyici dünya aktörlerinin şekillendirdiği reel politik zemin, hem de “ideolojik” olarak her iki tarafın da “bağımlı” durumu bunu zorunlu kılmaktadır.

Türkiye’de el atılan hangi mesele olursa olsun bunun nihayetinde belli bir değerler sistemine dayanması gerektiği gerçeğinden kaçamazsınız. Hayat boşluk kabul etmez.

Bugün misâl “tesettür” meselesi de fert hakları kapsamında liberal demokrasinin dayandığı “özgürlükler” ölçüsüyle ele alınmaya mahkûmdur. Bu mahkûmiyet esasta duyguda “müslüman” olanların iş “dünya görüşü”ne geldiğinde ortaya kendi duygu ve değerlerine dayalı bir “dünya görüşü” ortaya koyamamalarının tabiî bir neticesidir.

İster savaş isterse barış olsun, dün ve bugün farkıyla hem Türk ve hem de Kürt kendi “hayat ölçü ve değerleri” göz önüne alındığında batı “hayat ölçü ve değerleri”nin mahkûmu yeniklerdir. Türk ve Kürt kaybetmektedir. Hatta Türk ve Kürt kaybedilmektedir. İşin esası bu. Bundan kaçış yok!..

Elbette bu durumu tersine çevirmenin kaçınılması mümkün olmayan diğer sonucu; ilk adımda ideolojik mahkûmiyetten kurtuluşu temin edecek olan İslamî  bir “ideolocya örgüsü”dür.

İlk adım bu!.. Aksi halde mahkûmiyetin savaşla mı yoksa barışla mı devam edeceği tercihinden ibaret faydasız itiş kakışlarla uğraşıp durmaya devam edeceğiz.

Temel soru şudur; Hangi “hayat tarzı”na bağlı dünya görüşünün faydasına savaş yada barış ?

Not: Hocaefendi’nin “Hudeybiye” benzetmesi bu bakımdan külliyen yanlış. İşin politik bakımdan faydalı olup olamayacağı meselesi ise apayrı bir mevzuu elbette.

@umeyrtürki

10.01.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder