11 Ocak 2013 Cuma

Erdoğan'ın manifestosu üzerine diyalog


Bay X - Ak Parti'nin son kongresi diye söze başlayalım mı?

Bence başlamayalım. Çünkü oradan başlarsak mevzuu temel unsurları gösterilemediği için boşlukta savrulan bir hal alır. Zaten neredeyse bütün olur gibi olupta aslında olamayanlar bu sebeple var olabiliyor. Şöyle bir başlangıcı tercih ederim; "İlmihal müslümanlığı".. Bununla kastım belli bir "şuur seviyesi"ni işaretlemek.

Bay X- Tamam öyle olsun.. İlmihal müslümanlığı ile ne demek istiyorsunuz?

Osmanlı devlet tecrübesinin bütün haşmetine rağmen, Osmanlı ahalisinin temel vasfını işaretlemek için kullandığım bir genelleme bu. Malûmunuz Osmanlı Devleti çöktü ve yerine kurulan TC, Osmanlı ahalisini Anadolu yekûnüyle olduğu gibi devraldı. İşte bu ahalinin şuur seviyesi bugün hemen ilmihal denilince ne anlaşılıyorsa bununla kayıtlı ve sınırlı bir malûmattan ibaret bir seviye idi. İman bahsinin teferruatından çoğunlukla habersiz toplu bir iman ve bu imana bağlı ferdî hayata dayanan temel müslümanlık vazifeleri. Namaz, Oruç, Zekât, Hac, Tesettür, Kur'an-ı Kerim'in okunması yani kısaca dinin görünür ferdî hayattaki tezahür zeminleri.. Bundan ibaret bir din kültürü diyelim.

Osmanlı devlet ricali ve ilmiye sınıfı TC'nin kuruluşu ile birlikte sürgün, idam ve ademe mahkûm edilmenin diğer usûlleri ile susturulunca ahalî topyekûn kabuğundan soyulmuş bir meyva halinde korumasız bir mazlûma döndü.

Osmanlı'nın en büyük zaafı ve suçu, "haşmetli devlet tecrübesi"ne kıyasla bu tecrübenin bilgisini, hikmetini ve inceliklerini ahalisine mal edememek, bugünün diliyle "İslamî Devlet" şuurunun gerekliliği ve icaplarını milletine mal edememek gibi muazzam bir ihmal oldu. Böylece namazı ile devleti, orucu ile içtimaî hukuku, zekâtı ile iktisadî nizam şuurunu, haccı ile şura ve istişare anlayışına bağlı örgütlülüğü birbirine bağlayamadı.. Kısaca ferdî oluş yolunun içtimaî oluşa bağlı bir şube olduğunun şuurundan kopuktu.

İşte bizde yeni devlet TC böyle bir içtimaî şuur seviyesi üzerine çöreklendi. Ahali özelinde zaten şuurundan kopulmuş "İslamî Devlet" gidince, yerine gelenin ne olduğu ferdî hayatına müdahale ölçüsüyle ve bu çapta anlaşılır oldu.

Bay X- Atatürk ve İnönü devri - tek parti rejimi- döneminde ortaya çıkan problemlerin içeriğini tayin eden ölçü olarak söylüyorsunuz değil mi?

Elbette. İlmihal müslümanlığının görüş mesafesine sistem, fikir, kamu hakları, kültür politikaları vs gibi şeyler hiç giremedi. Bunun yerine kişiler, olaylar, ferdî çapa indirilmiş müdahaleler.. İşte sarık, cübbe, kur'an kursları, başörtüsü, ezan, camiilerin depo yapılmas, iman esaslarının örselenmesi.. Bunların yerine şapka, balo, dans, türkçe ezan, tevhid-i tedrisatın tezahürleri İslam karşıtı kendi öz nesilleri vs..

Ahaiî böylece zaten bir sistem muhalifi OLAMADI. Bütün bu ferdî tezahür zeminlerinde yaşadığı sıkıntıları bir SİSTEM meselesi olarak algılamadı. Şahıs meselesi olarak gördü. Atatürk ve İnönü, yaşadığı sıkıntıların sebebiydi ve onları BU YÜZDEN SEVMEDİi. İslam denilince ferdî hayatıyla sınırlı bir şey anladı. Yani aslında ve kısaca FİİLİ olarak "laik" olmak mecburiyeti içinde oldu. Osmanlı'dan tevarüs eden ahalideki bu zaaflı ve eksik İslamî anlayışın tek derdi, ferdî din hayatının daha önce olduğu gibi yaşanabilir olması ve buna saygı duyulmasından ibaret idi.

Bu zaaf hala devam etmektedir. Ve bütün mesele de bundan ibarettir!..

Bay X - Ak Parti kongresi, milli görüş geleneği, nurculuk, süleymancılık vs gibi bütün hareketlenmeleri böyle mi görüyorsunuz?!!..

Bu bir samimiyet meselesi değil, 500 yıllık bir zaaf meselesi. Bu soruda bile aynı zaafın işaretleri görünüyor. Şahıs ölçüsüyle, şahısların samimiyet ölçüsüyle yaşanan şaşkınlıklar bunlar. Bir fikir, zihniyet ve anlayış meselesi olarak ele alamamanın doğurduğu bir zaafiyet!.. Erdoğan, Erbakan, Said-i Nursi, Süleyman Tunahan ve daha niceleriyle samimiyet ve samimiyetsizlikten ibaret değerlendirme ölçülerine bağlı teşhisler vs.. Misâl Ali Bulaç Said-i Nursî Hazretleri için devrin şartlarına bağlı olarak "siyasetten Allah'a sığınma" sözünü geçici bir illete bağlı olarak yorumlamış. Demeye getiriyor ki, bu söz aslıyla siyasetin müslümanlar için bir zorunluluk olmasına rağmen söylenmiş ve devrin şartlarına bağlı bir geçiciyi ifade etmektedir. Suya ulaşılamadığı yerde pak toprak ile teyemmüm gibi, su bulunduğunda teyemmüm bozulur diyor. Abdestin aslının su ile olduğu gerçeğini hatırlatıyor. Haksız değildir Ali Bulaç!.. Fakat Ali Bulaç haklı da değildir. Çünkü derece farkı olmakla birlikte çapını ve seviyesini işaretlediğimiz "ilmihal müslümanlığı"nın anlayışına bağlıdır.. Tayyip Erdoğan da öyle!.. Şimdi mahrem ve güvenilir şartlarda sorsanız aksini söyleyeceklerine eminim. Muhakkak öyle olmayı kendilerine yakıştıramazlar. Fakat bu isteyip istememeye bağlı bir durum değil. İsteseler de bunu aşamazlar!..

Bay X - Bir dakika... Aşamazlar derken, mevcut şartlar dikkate alındığında bu mümkün olmadığı için mi?

Hayır, hayır, hayır.. Aksine bu dış engellerden bağımsız olarak tamamen bir zihniyet engelinden kaynaklanan bir aşamama hali. Yoksa dış engellere bağlı değil. Siyaset denilince, "ilmihal müslümanlığı"nın derdine -ferdî hayatla kayıtl meselelere- çözüm aracı olarak politik bir mücadele biçimi anlaşılıyor. Misâl imam-hatiplerin açılması, tesettürlü eğitim ve öğretim hakkı, kur'an kursları için yaş sınırlamasının kaldırılması vs.. Yani bugün İslamî bir siyaset denilince "konusu ve gayesi" bunlarla kayıtlı bir çabadan söz edilmiş oluyor. Dikkat!.. Böyle olduğu içindir ki, fransız tipi katı bir laiklik anlayışına bağlı demokrasiden, anglo-sakson sekülerizmine -ılımlı laikliğe- bağlı demokrasi benimseniyor ve kabül görüyor. Sebebi gayet basit. Çünkü bu tip bir demokrasi anlayışı, İslam'ın ferdî tezahürlerine hürriyet tanıyor. Diğer ferdî tezahürler kadar (!) dokunulmaz ve eşit haklara sahip olduğunu kabul ediyor. Başta tarifini ve sınırlarını çizdiğimiz "ilmihal müslümanlığı"nın DERDİ de bundan ibaret olduğuna göre!!!.. Böylece niçin fiili olarak "laik" olunduğunu da göstermiş oluyorum. Bu bilinçli ve şuurlu bir durum değil çoğunlukla. Aksi durumda işin içinde bir kasıt varsa bu kişiyi İslam dışı kılar.

Kemalizim ise aksine ister ılımlısı isterse de katı laiklik taraftarlarıyla bu "anlayışa" ılımlısıyla destek verirken veya katılık taraftarlarıyla muhalefet ederken bambaşka bir kastın sahibidir. Bilmem işin niyet ve kasıt yönüne bakıldığında kemalizim ile "ilmihal müslümanlığı"nın aynılaşır gibi olduğu yerde, muazzam farkı görülebiliyor mu?!.. Bu "ilmihal müslümanlığı"nın zaafından doğan neticelere bakarak "neo-kemalizim" veya " İslam rengine boyanmış bir kemalizim" şeklindeki kamuoyuna yansıyan bazı değerlendirmelerin ne kadar hatalı olduğunun anlaşılması bakımından önemlidir. "İlmihal müslümanlığı"na mahkûm bir siyaset anlayışının bizzat ahaliye yaşattığı tecrübenin yine ahaliyi tam anlamıyla memnun etmediği görülüyor. Ortada yanlış ve eksik bir şeyler var duygusu genel memnuniyet havası içinde bariz olarak görülüyor. Bu kastı adam öldürmek olan bir adamın salladığı bıçağa nisbetle, şifa kastı taşıyan bir cahil adamın cana mal olan güyya şifa veren neşteri arasındaki fark gibidir. Sonuçta adamın canı çıkmaktadır fakat birincisi bundan pek memnun ikincisi ise gitgide solgunlaşan yüz karşısında mahcup bir ümit yaşatmaktadır..

Kısaca demem o ki; bugün Tayyip Erdoğan "ilmihal müslümanlığı" çapında duyulan bir hasretin tercümanı ve karşılayıcısıdır. Ahalinin bu iştiyak ve hevesi de Tayyip Erdoğan'da gördüğü kendisine duyduğu iştiyak ve hevesten ibarettir. Kısaca Erdoğan ahalinin ferdî plan ile kayıtlı ve sınırlı taleplerine ram olmuş tam bir demokrattır. Fiili olarak durum budur. Muhtemelen bir mefkûre olarak "İslamî Devlet" heyecanını gençliğinde yaşamış birisi olarak bir nostalji yaşatıyordur. Veya zaman zaman bu yönde de can sıkıcı bir vicdan sıkıştırması içinde bunalıyordur. Kongredeki konuşuma bu yönülyle topyekûn ahalinin şuurunda olmadan yaşadığı 500 yıllık bunalımın olgunlaşan bir çiban başı olarak Tayyip Erdoğan'nın ağzından en üst seviyede ve en acıklı bir zonklama halinde görünmesine vesile oldu.

Bay X - Kamuoyunda kongre konuşması ile alakalı tezatlı ve keskin değerlendirmelere bakıldığında ahalinin de bu bunalımı yaşadığını söyleyebiliriz.

Tam anlamıyla öyle!.. Tezatlı ve gitgide keskinleşen değerlendirmeler.. Hem destek ve hem fde "olay bu muydu?" duygusunu yaşayanlarıyla ahalinin verdiği bu tepkiler 500 yıllık bir ihmâlin sürdürülmesinin bir yansıması olarak "bir şeyler eksik" duygusundan kaynaklanıyor.

2071 hedefinin Malazgirt'e yaptığı gönderme, "Ey Sevgili, En Sevgili" derken yaşanılan duygulanma, artık başörtüsü serbest veya kur'an ve siyer dersleri var yollu başarı hikâyeleri.. Dışarıdan davetli olan SEMBOL şahısların iltifatının gösterdiği BÜYÜK DEVLET-OSMANLIYA DÖNÜŞ rüyaları..

Bir taraftan da Gazi Mustafa Kemal.. Demokrasi övgüsü.. Dine saygılı laiklik anlayışı.. Liberal kapitalist ekonomi düzeni içinde bir yol, su, havalimanı, kişi başına düşen milli gelir öyküsü.. Kürt Meselesine dair bir yandan DEMOKRATİK ÇÖZÜM diğer yandan "güvenlikçi" politika eşgüdümlü harmanı.. Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Mehmet Akif şiir (!) meftunluğu. Böylece kardeş, barış, sevgi, muhabbet medeniyeti (!) ekseninde bir kafa karışıklığı vs..

Fakat bütün bu şuursuzluk samimi olunsa da şu haliyle "ilmihal müslümanlığı"nın dertlerine dahi derman olmuyor!..

Tesettür serbest ama artık tesettür ahalinin ninesinin, anasının bilindik tesettürü değil!.. Hatta dün tesettürlü okuyamayan kızının yerine, zaten tesettürü kerhen benimsemiş veya tesettüre saygılı bir tesettürsüz kızımız var.

Namaza saygılı namazsız..

Oruca saygsızlığa tahammül edemeyen oruçsuz..

Sarığa ve çarşafa laf atılmasını hazmedemeyen conversli, blue-jeanli gençliğimiz..

İslam ahlâkını savunan dizilerimizde, sinek kaydı traşlı erkeklerimiz, pek masum yüzlü mahçup edâlı ağlayabilen saçı parlak kızlarımız...

Mücadeleye evet ama mutlaka ilimle ve bilimle, daima diplomatik ve seviyeli (!) bir tavır içinde yeni tip mücahidlerimiz!..

El neşterde ama "yüzü" gitgide solan "En Sevgili"nin emaneti dinî hayatımızın içtimaî manzarası da buna dönüyor.

"İlmihal müslümanlığı"na bağlı bir siyasetin bizi "ilmihali"mizden bile mahrum ettiği bir manzara!..

Bay X-
Bir şeyler eksik dedirten..

Hem de en alâsından dedirten. Bu sadece Tayyip Erdoğan meselesi değil !!!.. Tayyip Erdoğan'a destek veya köstek meselesiymiş gibi algılayanlarıyla, Milli Görüşcüsünden, Nurcusundan, Süleymancısından, Osmanlıcısından, Nizam-ı Alemcisinden, Ülkücüsünden, falan vakıf ve filan dernekcisinden tutun tüm ahalinin İDRAKLERİNİN İĞDİŞ edilmiş olmasından. "İlmihal müslümanlığı" çapında algılanan İslamî var oluş sancımızın yaşadığı fikir sefaletinden..

Bu bir sistem meselesidir diyebilenin bile SİSTEM TEKLİFİ yok!.. Düşünün yani vehameti.

Kemalizim İslam düşmanlığı demektir de, bu düşmanlığı bertaraf etmek üzere sarıldığımız DEMOKRATİK ZİHNİYET yılanı hergün bizi sokuyor. Hadi diyelim bu konuda da bir konsensüs sağlanmış olsun. Kemalist zihniyet olmasın, DEMOKRATİK ZİHNİYET olmasın da NE OLSUN?!.. Cevabımız var mı?..

Batıya ait olmadığımız belli dedik ama Batının İDEOLOJİLERİNE mahkûmiyetimizi ters yüz edecek İdeolojik Bağımsızlığımızı temsil eden BİZE AİT İDEOLOJİMİZ NE ÖYLE İSE?!..

Onların Hıristiyanlığına, Yahudiliğine karşı İslam diyebiliyoruz.. Dinlerine karşı dinimiz var..

Sosyalistliğine, Liberalizmine, Demokrasisine, Kapitalizmine karşı ne diyoruz?!.. İslamî Dünya Görüşümüz nedir?!.. Bunu söyleyebiliyor muyuz?!..

Ferdî sahadaki ihtiyaçlarla kayıtlı bir mücadele anlayışının ve bu anlayışa bağlı siyasetimizin bizi tersinden nasıl çürüttüğü ve nasıl yok ettiğini göremiyor muyuz?!..

Bay X - Sizinle yaptığımız sohbetlerde sürekli Büyük Doğu "Başyücelik" Sistemi adına mücadelenin bizzat bu ferdî hayat için de zaruri olduğunu vurgulamanız bu yüzden değil mi?!..

Bakın ferdî çapta algılanan ve çözümü de bu çapta aranan bir mücadele anlayışının, "aşk ve vecd içinde" bir İslamî hayat tarzını desteklemesi ve yaşatması düşünülemez. Devlet Nizamından, içtimaî hayat sahalarına ve oradan ferdî hayata kadar bütün insanî tezahür zeminlerini TAM OLARAK teslim almanın "mefkûresi"ne ve idealine müşahhas bir SİSTEM TEKLİFİ adına el atmadan kurtuluş ve kuruluş mümkün değil!.. Bu ise İslam ile diğerlerini eşit ve müsavî kabul eden demokratik bir devlet zihniyet ile mümkün değil. Şu görülemiyor mu!.. Tavuk ile tilkiye aynı kümeste hürriyet tavuk için ölümdür!..

Ben "Başyücelik Devlet"i TEKLİFİNE bağlıyım.. Zaten somut olarak idare ruhu ve sistemiyle ortaya konabilmiş bir tek "Başyücelik" var elimizde. "Ne yapalım elimizde bir tek bu var" mânâsında değil. Hakkı verilmiş bir sistem olarak bu var diyorum.

Genelde kafaların karıştığı husus, sanki İslam bizzat bir idare sistemi vaaz etmiş gibi kabul ediliyor. Halbuki idare sistemi mevzuu devrin müslümanına ve mesuliyetine bırakılmış bir icad ve keşif sahasıdır. Ve bunsuz başarılı ve sürdürülebilir bir İslamî hayat kurulamayacağına göre farz-ı kifaye sınıfından bir mecburiyettir.

Daima SİSTEM ÇAPINA mıhlı ve "dünya nizamı" olma iddialı bir "ilmihalimiz" olmalı!.. Dün Osmanlı farz-ı kifaye dediğim bu icad ve keşif sahasının hakkını o yada bu çapta verdiği için, ferdî kaygı ve sancılarla kayıtlı bir "ilmihal" mümkündü. Çünkü adı üstünde İLM-İ HAL!.. Osmanlı'nın varlığı ve himayesi altına alınmış bir hayat tarzının o HAL içinde İLMİ gitgide derinleşmek ve pratik hayatta aksi düşünülemez bir yaygınlık kazanmak derdine hizmet ediyordu. Fakat bugün HAYAT TARZIMIZ himaye altında ve korunmuş şartlardan mahrûm.. Yani HALİMİZ değişti. Fakat İLM-İ HALİMİZ değişmedi. Başyücelik Devlet Sistemi bugün yaşadığımız himayesizlik ve korumasızlık HALİMİZE ÇÖZÜM olan İLM-İ HALİMİZDİR..

Geçtiğimiz günlerde bir dostum "Başyücelik" sanki mutlak imiş gibi algılanıyor dedi. Geçen yazımın verdiği intibaa böyle diye. Aksine mutlak olan sadece ve sadece İslam'dır. "Başyücelik Sistemi" ise bu mutlak olanı devrin şartlarına hakîm kılmanın aleti olan beşerî bir icad ve keşiftir diyorum.

Bir yere ulaşmak gayesi yerli yerinde ve sabit, dünün atına nisbetle araba, devesine nisbetle kamyon diyoruz.. İslam'ın devlet nizamından başlamak üzere ferdî hayata kadar hakimiyet farziyeti yerli yerinde ve sabit, dünün "Sultanlık İdare Sistemleri"ne nisbetle bugün"Başyücelik İdare Sistemi"i diyoruz. Anlaşılmayacak bir şey yok..

Nasıl ki dünün Krallıklarına mukabil (İslamî) Sultanlık var idiyse bugün de "Demokratik Batı İdare Sistemlerine" karşı bizde de "Başyücelik İdare Sistemi" var olmalı ve buna bağlı bir DEĞİŞİM için mücadele yapılmalı diyoruz.

Dün bektaşîsi, nakşisi, mevlevisi hangi meşrepten olursa olsun tüm islamî hayat tarzını beslemek gayeli topluluklarıyla cümlesi Osmanlı Sultanlığına bağlı OSMANLICI idiyseler, bugün de milli görüşcüsü, nurcusu, süleymancısı, ak partilisi, nakşisi, falan vakıflısı ve filan dernekçisiyle cümlesi Başyüceliğe bağlı BÜYÜK DOĞUCU olmalılar.. Veya X'e bağlı Xci olmak mecburiyetindeler. Kâmil mânâda ÜMMET olmak da ancak bu çapa erdirilebildiği durumda hakkı verilmiş bir sıfat ve aidiyet belirtir. Yoksa bu şekliyle demokratik demokratik çözülme ve parçalanma müşterekliğinde tersinden bir birlik manzarası kaçınılmazdır.

Bay X - Büyük Doğucu denildiğinde sanki nurculuk mukabili veya milli görüşcülük mukabili bir rakip gibi anlaşılıyor...

İşte tam da bundan bahsediyorum. Büyük Doğu bir siyasî parti veya cemaat değil veya vakıf değil veya yardım kuruluşu değil.. Bütün bunların, hayalini kurmak, planını yapmak, stratejisine bağlanmak durumunda oldukları İDEOLOJİK PROJEMİZ, DEVLET SİSTEMİMİZ, İDARE NİZAMIMIZ.

Zıddımızdan bir misâl ile, Latin Amerika'da Che, Rusya'da Lenin, Çin'de Mao'yu ve üst kurumu Varşova Paktını, tüm meşreb ve usûl farkları içinde gözümüzde birleyen Sosyalizim gibi..

Veya bugün batı'nın Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve üst kurumuyla Birleşmiş Milletler Topluluğu'nu ve Nato'yu gözümüzde birleyen "DEMOKRATİK DÜNYA DÜZENİ" gibi.

Bütün verim ve çabalarımızın kendisi için olacağı ve kendisi bizim için olan BİRLEYEN DÜNYE GÖRÜŞÜMÜZ ne?.. Önce bu mesele berraklaşacak. Bu olmadan, neye göre, nasıl değerlendireceksin kongre konuşmasını!.. Ve benzeri tezahürleri.

Bay X - Şimdilik bu kadar yeter sanırım. Okuyucudan gelecek sorularla zenginleştirmek üzere bir daha ki sohbette görüşmek üzere böyle fasılalarla devam etsek daha iyi olur, ne buyrulur?

Eyvallah, katılıyorum. Ve Allah'a emanet olun diyorum. Allah müslümanların yâr ve yardımcısı olsun.


Abdullah Kuloğlu

02 Ekim 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder