11 Ocak 2013 Cuma

“ÖTEKİ” NECİP FAZIL ÜZERİNDEN -AYŞE HÜR’GİLLERİN İÇ YÜZÜNE DAİR BİR TASVİR-



            

Bir önceki yazımda Habertürk’ün gündeme getirdiği ve Üstâd Necip Fazıl Kısakürek’in “Benim Gözümde Menderes” adlı eserinde bizzat kendisinin izahını yaptığı konu vesilesi ile Aşye Hür’e yönelik de bir vaadim olmuştu. Çünkü Ayşe Hür’ün ilk gün gösterdiği tavırdan devamının geleceğinden adım gibi emindim.  


Bu yazı Ayşe Hür ile alakalıdır ve esasta gizli bir ukdenin, niyet kirlenmesinin ve kötü niyetin bir insanı nasıl çirkinleştirebileceğini göstermek emelindedir.

Fakat Ayşe Hür’e geçmeden önce Necip Fazıl Kısakürek söz konusu olduğunda ortaya konulan tavırlar üzerinden oluşan yelpazenin kısa bir resmini tasvir etmek isterim.

Birinci halka, deist baba ile ateist anneden doğma milliyetsiz ve ateist Ayşe Hür ve türevlerinin basit ve kaba düşmanlığı.. Allahsızlığı bir şeref vesilesi olarak görenler nazarında Necip Fazıl’ın sevilmemesini ve hatta nefret hedefi olmasını tersinden başlı başına Necip Fazıl Kısakürek için bir hüccet kabul ettiğimi belirteyim. Bu elbette çarpıtılan bir kısım gerçekler ile düpedüz iftira ve yalan olan derlemelerine cevab verilmemesini gerektirmez. İlgilisi bunu yapar. Fakat benim derdim başka. Beni Ayşe Hür gibilerin gözünden “eşya ve hadiselerin” nasıl göründüğü ilgilendiriyor.

İkinci halka ise, Kemalist-Ulusalcı-Engerek çevresinin iflah olmaz düşmanları nazarıyla gördükleri için Üstâd’tan duydukları nefrettir. Bu cenahın suçlamalarının merkezî noktası “iflah olmaz bir irticacılık” noktasında toplanmaktadır. Yani İslam şeriatına karşı duydukları nefret sebebiyle!..

Üçüncü halka ise marksistlerdir. Bunlar da Üstâd’ın anti-komünist oluşundan hareketle O’nu kapitalist-sağcı şeklinde damgalamak peşinde ömürlerini tüketmişlerdir.

Dördüncü halka ise demokratlardır. Bunlar iki kısma ayrılır. Birinci kısmı düpedüz liberal demokrat olup, bunlar birinci-ikinci-üçüncü halkaların oluşturduğu çok kaba bir tasnifle CHP zihniyetinde kümelenlere karşı Üstâd’ın yükselttiği sesten pek memnun, fakat ortaya koyduğu İslamî duygu ve dünya görüşüne düşman olanlardır. İkinci kısım demokratlar ise muhafazakâr olanlardır. Bunlar liberal demokratların memnuniyet kapsamına İslamî duyguyu da dahil ederler. Fakat ortaya koyduğu dünya görüş ile sıkıntılı ve ıkıntılı tiplerdir. Demokratlar ile Üstâd arasında kaldıklarında fikirde demokrat kalmayı, duyguda ise İslamî duygu taraflısıdırlar. Bunların arasında bolca dinde reformcu bulmak mümkündür.

Beşinci halka ise İslamcılardır. Bunlar güyya hepçidirler. Üstâda karşı sergiledikleri menfiî tutumun altında çoğu zaman kıskançlık yatar. Yine çoğunda gizli bir ukde ve korku olarak kendi çaplarının belli olması korkusu vardır. Bunların arasında da bolca reformacı, mezhepsiz, ehl-i sünnet dışı telakki sahiplerini görmek mümkündür. Hele hele aralarında Üstâd heveslisi olanın hali içler acısıdır. Bir de hızlı ve “özel” bir tipimiz vardır ki sormayın gitsin.

Altıncı halka ise geniş müslüman kitledir. Bunlar Üstâdı severler, şiirlerinde ve kısa alıntılardan sezdikleri derin ve selim iman duygusuna hayrandırlar. Fakat duman burnuna üflenince kedinin kaçtığı gibi fikrî ve ideolojik eserlerinden kaçarlar. Sevdikleri için savunur fakat çoğu zaman savunduklarından habersizdirler.

Bu 6 halkanın müşterek tarafı şu veya bu derecede Üstâd’ın “sanat ve edebiyat” cephesini takdir etmesi ve bazılarınca ilave olarak sevmesidir.

Yine bu 6 halkanın müşterek diğer tarafı özellikle Üstâd’ın “ İdeolocya Örgüsü”nde sistemleştirdiği “Başyücelik İdare Şekli”ne karşı kayıtsızlık veya düpedüz red tavrıdır. Kimine göre “İdeolocya Örgüsü”nde ortaya koyduğu dünya görüşü devrin şartlarında “İslam Şeriatı” diyememenin doğurduğu bir ihtiyaçtan icad edilmiş bir vasıflandırma, diğerine göre “faşistlik”, diğerine göre “ümmetçilik”, bir diğerine göre “ant-i demokratlık” olduğu gerekçesi ile kabul edilemezdir. Elbette burada tam bir liste vermek gibi bir derdimin olmadığını ifade etmek isterim. Yani kendisini dışarıda bırakılmış gören varsa kusura bakmasın.

Bu 6 halkanın dışında Üstâdı yekûnlaştırdığı eserleri üzerinden olduğu gibi kabul eden ve mücadelesini sürdüren ve Üstâd’ın “İdeolocya Örgüsü”ne EK olarak koyduğu “Akıncı Güce İthaf” başlığı ile andığı bir kadro var. Salih Mirzabeyoğlu dediğimde hatırlayacaksınız. İşte bu kadronun lideri, “28 Şubat’ın İskilipli Atıf”ı olarak sembolleşen ve 15 yıldır en ağır tecrid şartlarında yaşayan Salih Mirzabeyoğlu.

Şimdi Ayşe Hür’e geçebilirim. Fakat görüldüğü üzere benim için Ayşe Hür bir zihniyetin gündemleşmiş ve sivrilmiş gelip geçici bir figüründen ibaret. Vesilecik diyeceğim. Gerisini önünü, sağını solunu, kurcalamadan iğdiş edilmiş bir zihniyeti ele alacağım. Çünkü Ayşe Hür’ün söz konusu ettiği ve cımbızla meşhur uydurukça deyimiyle bağlamından kopararak paylaştığı bilgiler bugün keşfedilmiş değil. Aksine milletin Üstâd’a duyduğu muhabbetten kuduran kimi hızlı kalemlerin bıkmadan usanmadan dile getirdikleri hususlar.

Bilenler bilir, Üstâd bütün hayatının verimini eserlerinde yekûnlaştırmış, bildiğimiz türden kaba eşya ve hadiselerin derlenmesinden ibaret ve bakanın bakış tarzına göre yorumlayabileceği bildik soydan istismara imkân tanıyan türden bir şahsî hayat hikâyesi yazıcılığına tevessül etmemiştir. Kısaca gizlisi saklısı olmayan apaçık bir hayat yaşamış ve bunu da yazmıştır. Bu bilenlerin gayet iyi bildiği gibi neyi niçin yaptığını, nasıl bir buhrân yaşadığını bu buhrândan nasıl bir dünyaya doğduğunu … ilh her kıvrımıyla ortaya koymasından da açık ve sarihtir. O bütün hayatının verimlerini süzgeçten geçirmiş, nihaî şeklini ve ruhunu çerçevelemiş ve bunu eserleriyle nihaî olarak mühürlemiştir. Süzgecinin üstünde kalanlar da gizli değildir.

Bakanın anlayışına göre bin bir şekle sokulabilecek soydan kuru bir hayat hikâyesinin tehlikesine karşı da, kendisini iman gençliğinin derin anlayışlılarına emanet etmiştir.

Ayşe Hür gibi bakanlar için kimi yaşanmış, kimi ise düpedüz iftira olan derlemelerden ibaret bir bilgi yığınından çıkartılacak resim bellidir. İşin esası da bakılanın bakana göre  oluşudur. Birkaç iftira hariç her şey ortada olduğuna göre, mesele olaya yaklaşan “anlayış” meselesine dönüyor.
Madem meselenin bu olduğu açıktır peşinen ifade edeyim ki, Ayşe Hür’ün canı öyle istedi diye, kafasında hazırlop kurgusuna göre yaptığı seçmecelere kimse itibar etmez. İtibar eden de en hafif deyimiyle “kolaycı”dır. İsterse bu seçmecelerin bir kısmı olay olarak doğru olsa da bu böyle. Çünkü önemli olan onu gerçeğe uygun olarak sunup sunmadığınızdadır. Bütün kuşlar kanatlıdır. Kuş dediğin de uçar. Öyle ise devekuşu da uçar saçmalığını malumat ile istediğin kadar süsle devekuşunun uçmadığı gerçeğini değiştiremezsin.

Şimdi başlayalım.

Neymiş batılı aydınları okumuş da pek hayranmış!.. Aman aman!.. Ne buluş!.. Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu’nu okusaydın kesin uçuşa geçmiştin. Bu kıyağımı da unutma, bakarsın. Orada daha neler var neler.. Misâl Sokrat’ı övüyor, Marks’ı davası adına tutarlı bir hayat yaşamak bakımından misâl gösteriyor. Haaaa bak buradan aslında O’nun batı hayranlığını İslam Tasavvufu dediği demde bile sürdürdüğünü, gizli bir batı hayranı olduğunu söyleyebilirsin. Saçmalamakda nasıl olsa ölçü yok!.. Demokrasi dediğin de zaten kafana göre takıl rejimi. Ucuzundan sağa sola çamur atmanın hesabını sorabilecek bir fikir piyasası da olmadığına göre.. Açıkcası cevab vermeye değmez bir zekâ seviyesi ama demokrasinin nimetleri işte!.. Senin gibiler de aradan kaçıyor. Saçmalamanın bilimsel şekli de bu oluyor herhalde!..

Halbuki “hikmet mü’minin yitik malıdır” ölçüsünü bilenler, mücerret olarak (yani inancından bağımsız olarak) bir kişinin meziyetlerini takdir etmenin farkını anlayanlar, Üstâdın bağlısı bulunduğu iman kutbu adına “hikmet” devşiren bir fikir mimarı olduğu keyfiyetini takdir etmek zorunda kalır.

İslam ile tanışıklığı örfî ve kulaktan dolma olduğu dönemde bile sürekli ve kesintisiz bir “fikir buhrânı” yaşayan, el attığı hiçbir şeyde aradığını bulamayan bir adamın çileli hayatını yaşadı O. İslam ile esastan tanışacağı yıllara kadar el atmadığı mesele ve kişi bırakmadı. Hummalı kafasına ve gönlüne ucuzundan akıl tesellileri vermekle yetinmediği içindir ki, limanını bulamamış bir gemi gibi çalkalandı. O ucuz tesellilerin adamı değildi!.. 

Romanlarında “kumar”da bilinmeyene teslim olmak keyfiyetini, içkide kendinden geçmek ihtiyacını yani “günah”ın tersinden “mutlak hakikat”e duyulan ihtiyacın “öldürücü” bir biçimi olduğunu yazdı. Günah, hummalı bir dehânın “mutlak hakikat”ten mahrum olduğunda “öldürücü” olduğunu bilse de sığınacağı bir liman gibi gözükür. Bu kanser ağrısından tırnaklarını başına ve yatağına geçirmiş iki büklüm bir çaresizin “ölüm”e gönüllü olarak dilemesine benzer!..

Yani demem o ki, isteniyorsa  Seyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretlerine ulaştığı dönem öncesi ele alınsın, O işte böyle bir büyükler büyüğünün eteğine kavuşturan bir ızdırabın hazırladığı bir adamdı. Bir dehâ böyle bir haysiyet edâsı ile ele alınabilir. Erdirici ızdırabın heykeleştirdiği bir takdir gözüyle!..

Batılı fikir adamlarının muazzam kıvranışları da dahil olmak üzere, bu kıvranışların onları toplumun genel davranış kalıplarından farklı yaşamaya iten tazyiki ancak böyle ele alınabilir. Bırakın Necip Fazıl Kısakürek’i, batıda ve doğuda hangi dehâya el atarsanız atın bu böyledir!..
Okuldan atılmış, yaramazmış, doymak nedir bilmezmiş..

Ne pahasına olursa olsun, “hayat nedir, niçindir?” sorularına cevap bulmayı, bu cevabın verilemediği yerde “hayat”ının anlamı kalmayacağını derinden derine bilen bir dehânın ızdırabından Ayşe Hür gibilerinin çıkarabileceği ancak bu olurdu.

Ah Steven Zwieg ah!.. Ayşe Hür’den öğreneceğin ne çok şey varmış da erkenden toprağın altına geçivermişsin.

Sen mücerret olarak söylüyorum, ateistliğinde bile bir çukur seviyesin.

Bütün bunları “kumarı, aşkı, doymak bilmez mizacı, her unsuru ve kişiyi “acaba” duygusuyla ele alıp incelemesini, cevap bende diyen her kapıdan nasıl bir hayal kırıklığı ile döndüğünü” Allah’tan mahrûmluk şartlarında soylu bir kafanın nasıl kurulur gibi olup yıkıldığını anlatan yine Üstâd!.. Niçin?!.. Kurtarıcı ızdırabına şahit tutmak üzere!!.. İman ettim tesellisi ile kanmayalım diye!.. Ceketinin astarında şifasını kaybetmiş müslüman tipi uyansın diye!..

Sen bilmezsin fakat “bizim”kiler bilir misâlini İmam-ı Gazali’nin. “İlmi meğer nefsimi tatmin için istemişim” diyen Gazali’yi. Devrin en yüksek makamında bulunurken, düştüğü ruh buhrânın nasıl dilin doladığını, yemeden ve içmeden kestiğini, bir deri ve kim kaldığını.. Çoğu bilmez ama ilmi nefsin için dilemenin nasıl bir uyuşturucu hırstan doğduğunu..

Bir mevzuuyu mevzuunun senden talep ettiği şuur seviyesinden ele alabilmenin de bir kıymet olduğunu bilmem anlayabilecek “ruh” halinde misin?..

Çoğunlukla bizzat Üstâdın yazdıklarından cımbızladığın olaylarda değil mesele!.. Bu olayları ele alırken, ikliminden ve ızdırabından habersiz olduğun bir değere el atışındaki özensizlik, paspayelik ve rezillik!..  Bilmem anlatabiliyor muyum !!!..

Bu işin genel çerçevesi, şimdi gelelim politik tutumlarla ilgili kısımlara.

Bakılanın bakanın şuur seviyesine göre oluşu dedik ya!... Misâl mübalağa Ayşe Hür gibi bakalım;

Sen git TRT’de program yaparken “cici başbakan”, “demokrasi kahramanı” de –himaye görmek için yalakalık olmasın sakın (!)-, inandığın ideolojinin menfaati için ittifak edebileceğin bir politik süreci senin ideolojini paylaşmayan bir iktidar olmasına rağmen destekle, sürecin işine gelen bölümü nihayete erdiğinde de kılıçlarını çek –gördüğün himayeden mahrûmluğun etkisi olmasın-!.. Kaç türlü ve kaç sayılık mevzuu çıkarılabileceğini düşünebeliyor musun buradan Ayşe?!  Bana göre Ahmet Altan dahil sizin tayfa kendi iç tutarlılığı açısından anlaşılabilir ve makûl bir politika takip etmiştir. MÜCERRET OLARAK KIYMET verdim yine TÜH!.. Senin gizli hayranın olduğum sonucunu çıkarır mısın acaba!.. Yok öyle değil. Çünkü siz Üstâd’a geldiğinde pislik yapmanın en ilkel şekline sarılırsınız. Senin için mantıklı bir strateji mevzuu olan bir husus niye Üstâd için gayr-ı sahih olsun?..  Sen onun cevabını versene ilk önce. Sen hayal kırıklığı yaşamış bir samimi ama Üstâd ne yaptıysa egosu ve menfaati için yapmış birisi olsun!.. Üstelik derdi de kumar parası bulmak?!.  En adice kısmı da bu. Rejimin paletlerinin önüne kendisini atmaktan daha zekice bir yol bulamamış?!.. Ne malûm senin umduğunu bulamadığın için Başbakan’ın canını yakmak üzere Üstâdı kullanmadığın?!.. Böylesine sefil çarelere düşmediğin.  Yeni mi keşfettin, 40 yıldır ısıtılıp ısıtılıp tekrarlanan teraneleri. Daha önce bu yaveleri bilmemen ve duymaman mümkün olmadığına ve sen “höt” dendiği için uyanmış bir saf AKP ve başbakan savunucusu olmadığına göre, hangi menfaat seni dün değil de bugün bu yaveleri diline dolamaya sevk etti? Öyle ya?!..

Esrar falan bahsine hiç girmeyeceğim, o “cici” kadınlığına, hippi tarzı havana ve fiyakana gerçekten ağır gelir. Kısaca okuyucuna “olsa olsa böyledir” demesi için aklına eseni yazmışsın. Senin okuyucuna da saygın yok. Resmen istiyorsun ki, okuyucun Necip Fazıl’a “vay hayasız” deyiversin. Bütün derdin bu.

12 Eylül Darbesi’ni desteklediğine dair paylaştığın ki KENDİSİ YAZIYOR ZATEN!.. Üstâd ve müslümanlar hiçbir zaman kategorik olarak” darbe-demokrasi” destekçisi olmazlar. Niye olsunlar Ayşe Hür?!..  Bak burası önemli iyi oku. Senin stratejik olarak iyi, doğru ve güzel diye bildiğin adına SENİN DIŞINDA TASVİB ETMEDİĞİN gelişen“mevcudu” istismar etmek, yönlendirmek hakkın var da Üstâd’ın ve müslümanların yok öyle mi?.. Yahu biz liberal demokrat değiliz ki senin ölçülerinin kötü, çirkin ve yanlış dediğine iştirakimiz zarurî bilinsin.

Hele şu Başyücelik başlığı tam bir felaket!.. Milli Mücadele bir “Yahudi “komplusu vs gibi okuduğunu anlamaz kısmına hiç girmiyorum. Fakat şu “BAŞYÜCE”nin, CHP’nin ebedi ve milli şefinin İslamî karşılığı olduğunu yazdığın kısım tam bir cehalet ve kendini kaybedesiye çözüldüğün yer olmuş!.. Bu kısma gülmedim dersem yalan olur. Hatta acıdım. Hakikaten Ayşe, nedir bu dağınıklık kuzum?... Ailevî meseleler, ne bileyim başka bir derdin falan varsa diye soruyorum. Anladığım kadarıyla yazının sonuna doğru bezince başlık kapansın da nasıl kapanırsa kapansın güdüsüyle “saldım çayıra mevlam kayıra” deyivermişsin. CHP’nin ilkeleri niye benzesin meselâ?.. Niye Fransiz İhtilali’nin getirdiği pernsiblere benzemesin meselâ?.. Her ikisi ile de alakası yok ama niye illa CHP?! Milli Şef değil de misâl niye Hz.Ömer olmasın?.. Böyle ideoloji karşılaştırması olmaz. Bu ucuz ve üçüncü sınıf politikacı ağzından başka bir şey değil!.. Adam gibi bir “kendi içerisindeki tutarsızlıklar” ölçüsüyle ideolojik bir tenkid bekliyorum senden haberin olsun.

Yazının sonuna kadar inan değmez Ayşe. Üç aşağı beş yukarı aynı çukur seviyenin devamı demekle yetineyim. Hoş çukur bile tersinden bir seviyedir ama uzatmayacağım bu faslı.
Fakat kırk türlü mevzuuyu dilime dolamak ve hakkında kırk türlü spekülasyon yapacak kadar bol malzeme olmasına rağmen buna tevessül etmedim.

Sadece senin nasıl göründüğünü senin üzerinden göstermek için müşahhas bir skandal boyutunda yazdığın bir yazı ile kendin ve ailen ile ilgili yaptığın bir açıklamayı KENDİ MANTIĞIN İLE fakat benim gözüm ve kurgumla sana göstereceğim.  Bir çocuğa seviyesine inerek anlatmanın gerekli bir usûl olduğunu dair inancıma sığındımı belirteyim. Yoksa kazık kadar kadınsın bunu biliyorum.

Ayşe’den Hür Hanım!.. Seyrediniz.

Misâl benim bakışıma göre, ki ilk yazımda da paylaştığım bir tahminimdi bu, Ayşe Hür’ün isminden yola çıkarak anne ve babasının dini bütün bir aile olması gerekirdi (gayet bilimsel!).  Buna göre anne ve babasının yaşattığı ümidin nasıl paramparça olduğunu ve yaşadıkları acıyı hayal ederek kızdım da. Fakat meğersem ailece deist ve ateist bir karma imişler. Bunu öğrendikten sonra yine benim bakışıma göre, böyle bir aile niye kızlarına Ayşe ismi koymuş olsun diye düşündüm. Kendisi cevaplar ama tahminimi yazayım. Bu aslında müslümanlıkla boyanmış bir cemiyet içinde yalnızlık duygusu yaşayan ezik bir aile psikolojisinin tezahürü olsa gerek.  Aslında bu tam da Ayşe Hür’ün zıpladığı haberin manşetindeki vasıflandırmanın ailesinde vucüt bulmuş ve yerleşmiş “yalvarma”sının bir nevî şifresi gibi göründü bana (Ayşe’nin değil ailesinin). Fakat Ayşe Hür ailesinden bir gelenek halinde devraldığı bu “yalvaran” psikolojinin baskısına dayanamamış ve kredisine sığınsın diye verilmiş isminin mânâsına ve bunun gerekçesine öfke duymuş. Fakat bu öfkesini tahrik eden izi silmeyi unutmuş. Kim bilir belki de anne ve babasını mazur gördüğü kadar kızıyordur da ve bu kininden onlara da bir pay ayırıyordur. Bu yaşadığı derin kopuş ve değişim onu Ayşe ismine mahkûm edici sebep diye bildiği her şeye karşı iflah olmaz bir sorgulayıcı ve yorumlayıcı haline getirdi zamanla diye bilimsel bir psikolojik tahlil de yapıvermiş olayım.

Hatta daha haince bir atakla şunu da söyleyebilirim, aslında Ayşe Hür gizli dönme teşekkülü gibi bir teşekkülün geleneğinden gelmiştir ve artık kendisini gizleme ihtiyacı his etmemektedir. Ayşe ismi ise o gizli dönemine ait bir remz, öfkesinin izahını peşinen yapan bir işaret diye mahfuzdur. Delil mi!.. Engerek tayfası gibi vatanseverlerin AGOS’u hedef alması boşuna mı canım?!.. Yalçık Küçük’ün bilimsel Sabataycılık üzerinden avanak müslüman avına çıkmasına müşteri çıktığı kadar bu kurguma da hayli müşteri çıkar mı dersiniz?!. Bu da gayet bilimsel oldu galiba… Nasıl olsa kimsenin kurgunun gerçekliğine baktığı yok, bir roman tutarlılığında ve tadında anlatabildikten sonra her şey mübah!..

Yine misâl bir yazısında timeturk’ce de ayıplanan ve ayıplanması pek de yerinde olan bir şekilde, bilmem kaç tane Kuran-ı Kerim var diye yazdığında da aynı psikolojinin izleri..  İnananların SIRF İNANMIŞ OLMAKTAN DOLAYI bir ve aynı diye bildikleri Kuran-ı Kerim aslında birbirinden farklı çeşitlere sahip imiş... Erbabının delil diye dile getirdiği “ŞEYLER” karşısında nutku tutulmuş tabiî. Ayşe Hür yine Hür bir kurguyu kafasında kurmuş kendi tezine uysun uymasın boca edivermiş ne bulduysa..

Yazdığı yazının sitemizde ele alındığı link http://www.timeturk.com/tr/2011/08/29/ayse-hur-den-kur-an-hakkinda-skandal.html

Her şeyin bir görünen bir de görünmeyen cephesi vardır. Bu söz konusu olan bir insanın hayatı olduğunda da bir gerçektir. Gayet spekülasyona açık bir saha öyle değil mi?!.. Ayşe Hür’ün dilinde “öteki” diye işaretlediği bu spekülasyona açık saha gözüyle yine misâl (!) bu yazısında ortaya koyduğu diyalektiğe bakarsak; İslam’ın gerçeği ile bilimin gerçeğinin farklı olduğuna dair bir imanı vardır Ayşe Hür’ün. Yani İslam bir hikâyedir ve bunun ispatı halinde dilediğince kurgu yapmanın adı da bilimdir. Buna iman ettikten sonra bilginin çarpıtılması ise teferruat. Hadi kasıt yok diyelim. Fakat insan bir şeyi acele ile yanlış anladığında bu iman ettiği şeye uygunsa pek kontrol etmek ihtiyacı his etmez. Tabiî insandan kastınız Ayşe Hür gibilerse. İşte Ayşe Hür’ün bilimsel tarihçiliği, gazeteciliği böyle bir şey. Seviye bu!?.. Meseleye yanaşan şuur seviyesi diye ısrarla üzerinde durmamın sebebi de bu zaten.

Şimdi gelelim işin özüne.

Ayşe Hür’ün otorite ilgili bir sıkıntısı var. Ayşe Hanım otorite kavramına karşı tam bir isyan halinde. Zira gönlüne göre bir hayat tarzıyla yaşamasına manî olan bu lanet olası milletten ve onun can sıkıcı değerlerinden, bu değerlerin “TABU” isimlerinden “TABU” kitabı Kuran-ı Kerim’den kurtulmak için gelişi güzel yazacak ve skandallara imza atacak çapta bir heyecan yaşıyor. Bu bir hakîm duygu tasviridir. İlkel “tabu”lardan kurtulmak gerek.. Eee bu hakîm duygunun ideolojisi de anarşizim boyutunda bir liberal hürriyet oluyor elbette. Dileyen dilediği ile sevişebilmeli, dileyen dilediğini yapabilmeli, hiçbir otorite olmamalı!.. Şimdi burası önemli!!!.. Ayşe Hür’ün liberal demokrasi aşkı fikrî bir haysiyetten gelmiyor, tam da bu hakîm psikolojiden besleniyor. Izdırabı çekilmiş, hesabı verilmiş fikrî bir hakikat arayışından doğmuyor. Düpedüz canın çektiği gibi yaşayabilmek arzusunun önüne gelen ne varsa onu yıkmak istiyor. Bunun için en elverişli düzen de liberal demokrasi olduğu için kafasına göre kurgulara kendisini kaptırıyor. Kısaca bizim Ayşe, Ayşe’den HÜR’riyete kavuşmak istiyor!..

SEN ONU BİR DE BİZİM GÖZÜMÜZDEN GÖRSEYDİN

Hikâyeye göre Şirin için “bu kadının nesine aşıksın “diye sorulduğunda, Ferhat şöyle cevap vermiş; “Sen Onu bir de benim gözümden görmüş olsaydın”.

Eminim Ayşe Hür de analizimde belirttiğim gibi gizli ukdesinin ona gösterdiği gözleriyle Üstâdı bana göstermek istiyordur. Fakat kendisi de emin olmalıdır ki bu millette kendi gözüyle aynı Üstâd’ta ne gördüğünü göstermek ister.

“Atatürk’ü tenkid ettiğimde sesini çıkarmayanlar, Necip Fazıl Kısakürek’i tenkid ettiğimde beni aforoz ettiler” mealinde bir şeyler söylemiş televizyonda.

Buna inanın çok güldüm.

Müslümanlar Atatürk’ü sevmiyor diye Necip Fazıl Kısakürek’i niçin zorunlu olarak sahipsiz bıraksın ki? Fakat bu hayal kırıklığından “demokrat” olunmadığı sonucunu çıkarabiliyor oluşu “demokrasi” anlayışının da ne kadar sığ olduğunu gösteriyor. Bir insanın ne kadar demokrat olduğu sevdiklerine sahip çıkmama ölçüsüyle mi belli oluyor? Anlayışa dikiz!.. Derde dikiz!..

Üstelik şöyle bir durum da var.

Atatürk’e senin tenkidin usûl bakımından,yoksa nihayetinde “Ayşe’den HÜR’iyete kavuşmak” özü bakımından ne farkınız var?... Atatürk’ün ateist olduğunu söylerken bunun bir iltifat olduğunu söylediğine göre, gizli bir hayranı olduğun da açık. Nasıl tahlil ama?!

Ne kadar zor değil mi Ayşe Hür bu memlekette karnından konuşmayan adam bulabilmek?!.. İnan çok zor. Hoş senin bu sorumu da anlayabileceğini zan etmiyorum ya neyse.

Uzun da bir yazı yazmışsın üstelik. Derleme yaparken gözlerinin yorulduğuna eminim. Fakat gerçekten boşuna uğraşmışsın.

Seni ciddiye almış olmaktan dolayı değil de, peşin kurgusu adına hakikati fincancı dükkanına giren fil gibi darmadağın etme hevesinde bir insanın mantığının, aklının ve duygularının sarih ve net bir resmini gösterebilmek bakımından ele almaya değer buldum.

Yoksa Üstâd kim Allah aşkına sen kimsin!!!...

Bunun nasıl çaresizce ve ahmâkca bir yırtınma olduğunu göremiyor musun?..


@umeyrtürki

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder