30 Mart 2011 Çarşamba

Ne oluyor? Ne olacak?



Hanefi Avcı'nın Simonları..
Ahmet Şık'ın İmamın Ordusu..
Ayhan Çarkın'ın itirafları... BİLEREK veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak öyle bir projenin içine tükürme zeminini hem devlet kademelerinde hem de halk nezdinde en etkili bir zaman diliminde öylesine tehditvâri bir biçimde açıyorlar ki!.. İşin ucunda feda eylemi keyfiyetinde bir manzara çıkıyor. Peki bu sadece bir vicdan patlamasının eseri olabilir mi? Veya öyle bile olsa "zemini" ve "desteği" bulunmamış böyle bir vicdan patlaması bir zamanlar derinlerde kirli işlere bulaşmış isimlerden neşet edebilir miydi?... Derin devletin Ulusalcı ve Beynelminelci, birisi Allahsız diğeri güyya Allah'lı bu iki kanadında neler oluyor?... Görebildiğimiz ve göremediğimiz hamleleriyle bir iç iktidar mücadelesi karşısında olduğumuz artık su götürmez bir gerçek. Bu üç olay hangi saiklere dayanırsa dayansın, yani ister şuurlu isterse şuursuz olsun, belli ki, beynelminelci kanadı oluşturan ve yekpâre olmayan bir yapının kendi içindeki bir iktidar mücadelesinin unsurları kılınarak bir taraf için önemli bir zaafın üzerine gidilmesinden ibaret hamleler zinicirinin birkaç halkasından ibaret..

Eğer bu teşhisimiz doğruysa, son yaşanan hadiseler bize Türkiye'deki tarafların durum ve eğilimlerinin geleceği hakkında bir fikir verebilir mi?.. Beynelminelci kanadın ikiye bölünmesi Ulusalcı kanadın tasfiyesi sürecini de baltalayabilecek bir seviyeye ulaşabilir mi? Veya daha önemlisi Ulusalcı kanadın tasfiyesi süreci, bu bölünmenin hangi kanadının tasfiyesiyle birlikte gerçekleşecek?...

Ayhan Çarkın'nın itiraflarının bir tembihleme ve gözdağı eşliğinde yumuşak bir şekilde karşılanması, üstüne Fetullah Gülen'in "Ahmet Şık"a ait kitabıyla ilgili yaptığı açıklama beynelminelci kanat için mücadelenin zahire vuran ve görünen ip uçları.. Fetullah Gülen'in arkasında politik bir ittifakın izlerini az çok biliyoruz. Fakat diğer kanadın tek başına ve desteksiz olarak böyle bir işe kalkışamayacağı açık olduğuna göre, ortada izahı gereken bu gizli müttefikin kim olduğunun önemli bir soru olduğu bedahat.

İrticalen ve sesili düşünüyoruz..

Bu öyle bir müttefik olmalı ki en az fetullah gülen yapılanması kadar ters düşüldüğünde ABD (veya abd’nin motor gücü Yahudiler)  açısından bir felaket oluşabileceği korkusu doğurabilsin... Bu muhakkak ölçü, bizi AKP Lideri Tayyib Erdoğan'ın şahsına gönderiyor. Partinin Tayyib olduğunu düşünecek olursak, parti içinde Fetullah Gülen bağlılarının veya işbirlikçilerinin veya oyunun ve mücadelenin ahmağı olanların varlığı şimdilik teferruat olarak görülebilir ve bu yazının konusu değil. Ahmet Şık'ın kitabı hakkında Tayyib'in ve Fetullah'ın takındığı tavırdaki bariz fark ve öncesinde de zaman zaman oluşan çatışma emarelerinden ne demek istediğimizin anlaşılabileceği ile yetinmek istiyorum. Tayyibin zaman zaman kontrolden çıkabileceği intibaını veren ve ardından bu korkuları izale edici hareketleriyle kapanan bir politikayla ABD ahmak filini kendi iktidarıyla ittifaka zorlaması (ki Libya hadiselerine dikiz!!..), fetullah gülen'i geleceğin Türkiye'si için hazırlamış ABD'yi zorlayan ve halli gereken temel mesele haline sokuyor. Abd Ulusalcılarla birlikte kimin çuvala sokulacağına karar vermek zorunda.

Susurluk Davasıyla uç veren, Susurluk öncesi derin devletin yapılanmasının deşifre edilmesine yönelik bir iradenin unsuru olan bu 3 olayın sırrı nedir?

Fetullah Gülen'in "Susuluk davasının derinleştirilmesinin milli birlik ve bütünlüğü bozabileceği" gerekçesiyle izah etmeye çalıştığı menfi tutumun bir zaafın ifşaatından başka birşey olmadığını söyleyebiliriz. Açık ki, Tayyib'in oluru veya göz yumması ve hatta bizce duruma göre sınırlı desteği ile bu zaafın kullanılabileceği mesajı, Ahmet Şık'ın kitabı konusunda verdiği beyanat ile alınmış görünüyor.

Üstad'ın ikinci dünya savaşı hakkında bu savaş eninde sonunda patlayacak başka çaresi yok demesi gibi, uzlaşma görüntülerinin daha esaslı bir hücum için bir geri çekilmeden ibaret olduğunu düşünüyoruz. Bu iç mücadelede engereklerin gideceği muhakkak fakat temel soru beynelminelci hangi kesimle birlikte?... Veya hepsi birlikte mi?

Son sorunun cevabının, bu manzara karşında kaz gibi olmaması gerekenlerin "kaz" olup olmayacağı ile bağlantılı olduğunu belirtelim.

Hangi kesimle birlikte sorusunun cevabı bizce, Tayyib’le birlikte olacağı muhakkak. Zira Tayyib, beynelminelci kesimin oyun bozanı konumunda olup, ABD’yi ittifaka zorlayan taraf olduğuna göre bu böyle. ABD içinde İsrail lobisinin belli bir aşamaya kadar ödül verdiği, daha sonraki bir aşamada ise –ki bu beynelminelci kesiminde çatladığı aşamadır- hedef tahtasına oturttuğu görülebiliyor. Tayyib’in ABD içinde derin İsrail’i, bizzat İsrail nezdinde her fırsatta zorlamasına rağmen, bizzat ABD’yi olumlu karşılaması, Abd içindeki Yahudi iradesi ile Yahudi iradesinden rahatsız olanların mücadelesine oynadığı şeklinde yorumlanabilir. Eğer böyle ise buradan çıkan diğer bir netice Fetullah’ın İsrail iradesiyle birlikte hareket ettiği. Gülen’in kendi cemaatinin bile anlayamadığı – ki mavi marmara hadisesinde cemaatin aldığı tutumun boşluğa düşmesi bunu gösteriyor- ve bizzat Yahudi sermayesinin amiral medya gurubuna yaptığı fecaat açıklamayı hatırlamakta fayda var. Ortada dıştan içe doğru kendi ittifaklarını yapmış kesimlerin mücadelesinden söz ediyoruz.  Beynelminelci vasıflandırmamızı da böylesi bir genişlikle delillendirmiş bulunuyoruz.

Bizi alakadar eden esas soru;  Veya hepsi birlikte mi? kısmına gelince. Mevcut durumda Yahudi tarafının örgütlülüğü, BOP değil de istikrasızlığa gömülmüş, parçalanmış Ortadoğu zarurî ve hayatî hayaline ve planına sahip oldukları dikkate alındığında, bu sürecin Tayyib açısından tasfiye ile sonuçlanacağını söyleyebiliriz.

Bu yazının konusu olmayan Anglo-Saksonlar ile Kara Avrupası şeklindeki ayrı bir ayrışmayla paralellik arz ettiğini de belirtelim.


Önümüzdeki seçim sonrası dönemde en kritik konunun “Hewaller” ve Ulusalcılar ile beynelminelci ittifakının Ergenokon davası vesilesiyle gözler önüne serilmesi konusunda ortaya konacak irade de düğümlü olduğunu söyleyebiliriz. Tayyib’in önünde zorunlu istikametin Susurluğun ardına doğru bir derinleştirme ile Pkk’yı da içine dahil eden ve masaya oturan bir ilerlemeden başka çıkar yol kalmamış görünüyor. Eğer Tayyib bu iki kritik sahada tutumunu ve iradesini kesifleştirebilirse, ortaya dökülecek muazzam kemalist düzen ifrazatının millette doğuracağı muazzam karşılığa rağmen gözü kararmış hasmının baş hedefi haline gelecektir. Zira susurluk davasının derinleştirilmesi sürülmüş tarla ülkücüler alperenler ile fetullah gülen’in, kürt meselesine dair süreç ise kemalizmin ve ulusalcıların defterinin dürülmesine dair en verimli sahalar olarak görünüyor. Bu süreci sabote etmek için gereğinde her türlü çirkefliğe ve oyuna dahil olmaktan çekinmeyecek hasımların özellikle Susurluk’un ardını kurcalama iradesine de bağlı olarak PKK’yı ve Kürt halkını ayaklandırma ve Türkiye’den koparmaya kadar varacağı görülmeli… Tabii bu arada Tayyib’in ne şekilde tasfiye edileceği de bir muamma…

28 Mart 2011 Pazartesi

İSLAMÎ MÜCADELENİN SEYRİ

-İhtilal nasıl oluyor, nasıl olacak?-

Bu iş eski ihtilallerin tekniğinden farklı olarak, eşya ve hadiselerin gereği bizzat hasım güçlerin sürüklediği değişim dalgasının kullanılması şeklinde olacak.

Kemalist Projenin Anadolu’ya hapsettiği Müslümanlar.. Ve Abdulhamid’in bizzat başlattığı İslamî direnişin Seyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri’nin mayaladığı Büyük Doğu iradesiyle bir sistem ve düzene kavuşturulmaya çalışıldığı yıllar.. Keramet çapında bir “Tarih Muhasebesi” ve oyunu kuralına göre oynamanın eşsiz dehâsı..

Anadolu’dan tamamen sökülüp atılmak istenen Müslüman Türk –ümmetin İslamî iradesi- merkezî vatanını kaybetmemek noktasından hareketle pek doğru bir istikamet şuuruyla “mekânda kurtuluş”u için bizzat Osmanlı Padişah’ının iradesiyle kendisini feda ettiğini bile bile milli mücadeleye desteğini verdi. Seyyid Abdulhakîm Arvasî’nin keskin göz keyfiyetiyle bu fedakârlığın muradı halinde “mekânda kurtuluş”un hedefine ulaştırılması gayesi, Üstad’ın sinesine akıttığı “dünya”nın “BÜYÜK DOĞU” şeklinde tezahürü ile neticelendi. Milli Mücadele’yi ŞUURLU bir biçimde manalandıran biricik iradenin yanında, iman sezgisiyle isabet kaydeden Müslümanların derece derece tavırları. Keyfiyet farkı şuur ve ruhta olmak üzere İslamî tavır böylece başlamış oldu.

Savaş ertesi Büyük Doğu iradesiyle taşınan su ve yumuşatılmaya çalışılan çorak toprak Anadolu.. Çorak toprak devrin kaskatı şartlarında bin bir güçlükle suya kavuşturuluyor. Said-i Nursî ve Süleyman Tunahan Hazretleri’nin muazzam çabalarıyla, doğrudan İslamsızlaştırmak dalgası kırılıyor. Fakat bedeli çamur deryası, ortalığı sinek ve haşereler sarmıştır. Kazanılan eşsiz mevziîye rağmen Müslümanların eşya ve hadiselerin geliş ve gidişinden habersiz oluşlarından istifadeyle çalınan ve heba edilen emekler ve oluşturulan potansiyelin üzerine çöreklenen nevzuhurlar!...

Kemalist Projenin asıl gayesi olan, doğrudan milletin dönüştürülerek İslamsızlaştırılması temelli projesi, milletin “kalben buğz” baskısıyla püskürtülünce, çok partili hayata geçilmesi yoluyla proje içi bir muhalefet durumuna mahkûm edilmek isteniyor. Biriken İslamî baskının hafifletilmesi ve dejenere edilmesine yol bulmak için çok partili bir siyasî rejimin kabulü, Kemalist Projenin hızlı ve keskin bir dönüşüm hedefini revize ederek, uzun vadeli bir oyunu kabul etmek zorunda kaldığını gösterdiği yıllar. Mekânda kurtuluş iradesini ortaya koyan İslamî mücadelenin Kemalist İrade de açtığı ilk gedik… Fakat henüz pek zayıf. Siyasî partilerin millete yaranmak ihtiyacıyla İslamî renge doğru kıvrıldığı bir süreç yaşanıyor. Büyük Doğu’nun “sistem içi” unsurları “sistem dışı” bir şuurla ele aldığı ve Müslümanları şiddetle uyardığı bu yıllarda İslamî direnişin bütün samimiyetine rağmen bunu anlayamaması, benimseyememesi. Demokrat Parti, Milli Nizam, Milliyetçi Hareket, Doğru Yol ve Anavatan Partileriyle daima CHP şer ocağının yıpratılması çabası sürerken bu arada ince bir telkin dehasıyla ve zaman zaman şiddetli çıkışlarla davasının akacağı kalıbı bulmaya çalıştığı görülüyor.. Ve tüm denemeler eşsiz verimleri bir yana bir türlü öz kalıbını bulamayan bir ruh ve anlayış olarak yaşamaya devam ediyor. Sakıt evlatları, yani bizzat yetiştirdiği evlatları tarafından yalnız bırakılan Büyük Doğu. Parsacı tiplerin gölgesinden kaçarak şahsiyet bulacaklarını zan ettikleri BÜYÜK DOĞU.

Bugün İslamî toplulukların hepsinde ideolojik etkisi görünen ve kendi güdüklükleri açığa çıkmasın diye “edebiyat” çapına indirilmeye çalışılan BÜYÜK DOĞU!!!..

İşte bu yıllarda, Büyük Doğu Mimarı, İBDA Mimarı ile karşılaşıyor. Büyük Doğu Ruh ve Anlayışı, oluşturduğu potansiyeli mirasyedi zihniyetiyle tarumar etmeye karar vermiş sakıt evlatların tasallutundan kurtulmanın mihrak şahsiyetine kavuşmuş oluyor… Ve “sistem dışı” bir şuuru vermek için sert ve devrinde anlaşılması mümkün olmayan bir telkin aleti olarak “şiddet hareketleri” dönemi… Üç ana misyonu gerçekleştiriyor. Birincisi Büyük Doğu potansiyelini el sürenin başının belaya girdiği pahalı ve el yakan bir miras belirtir duruma getirerek sakıt evlatların Üstad’dan ve Büyük Doğu’dan, Mevlana ve Mesnevisinin muhtevası boşaltılmış “AKİBETİNE” eş bir OYUNCAK çıkarmak hevesleri ellerinden alınıyor. Bu birinci misyon Büyük Doğu “öz”ünün kendi “çevre”sinin istismarına karşı savunulması mahiyetiyle en önemlisi ve her şeye değer. İkincisi ise belki çoğunluğu ile samimi fakat gafil ve muhakkak hain unsurlarıyla İslamî mücadelenin “sistem içi” zihniyetle ilerleyişini , “kendi öz sisteminin şuuruyla” ilerlemek şekline yükseltmenin gerektirdiği acil mücadele ihtiyacı. Bu aciliyet ise İslamî “çevre”nin ezilmesi hesabında olan “hasım”lara karşı savunulması misyonun gereği biliniyor. Zira keskin göz kendisini feda etmek pahasına, hızla 28 ŞUBAT Toslaşmasına doğru ilerleyen kardeşlerinin şaşkın bakışları altında derin darbesini vurmak zorunda kalıyor… Üçüncüsü ise “hasım” odakların İslamî mücadelenin nefesini tümden kesmek hedefli iradesini panik oluşturmak yolu ile psikolojik olarak çökertmek. Nitekim o gün 28 Şubat’ın görünmeyen tam niyetine mukabil sadece balans ayarıyla yetindiğini bugün artık biliyoruz. Birinci ve üçüncü misyonun başarıyla ifa edildiğini görüyoruz. Fakat ikinci misyonun yeni dönemde “şiddet hareketleri” dışında şuurlu bir tercihle devam ettirildiğini görüyoruz.

Devrin şartlarında anlaşılması mümkün olmayan bu sert çıkışa karşılık, zihniyet ve anlayış olarak hazır olunmamasından kaynaklanan samimîlerin şaşkınlığını, kaçış yollarını döşeyerek kullanan zayıflar ve hainler… İslamî mücadelenin acil ihtiyacına nisbetle, kendi öz kadrosunu ehliyet şartlarına henüz ulaştıramamış bu iradenin adeta tek başına lideriyle yürüttüğü bu derin operasyon hala hakkıyla anlaşılabilmiş değil. 28 Şubat ile birlikte yaşanılması mukadder bozgunu en hafif zararlarla atlatmamızı, Üstad’ın, Said-i Nursî’nin, Süleyman Tunahan’ın ve sayısız fedakâr insanların bütün hâsılasını kurtaran, 28 Şubat’ın “bu işi bitirmek” niyetini geri çeviren iradesi… Ve bu iradenin maksadını elde ettikten sonra, yani iş geçtikten sonra istikbale yönelik belirtebileceği tehlikenin bertaraf edilmesi amacıyla “idam”a mahkûm edilerek şehit edilmek istenmesi. YIL 1999. Beklenmedik (!) bir şekilde Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle “idam” cezasının kaldırılması. Artık Kemalist rejimin maksada hizmet edemeyeceği anlaşılmıştır. Başlatılan yeni dönemin ve yeni oyunun adı Neo-Osmanlıcılık, Yeniden BÜYÜK TÜRKİYE, Genişletilmiş Ortadoğu Projesidir.

Anadolu vatanından Müslüman Türk’ün sökülüp atılması ve Avrasya’ya püskürtülmesi gayesi ile başlatılan saldırının, derdi İslam’ın silinmesi olduğundan bunu vaad eden Kemalist iradeye teslime rıza göstermesi Müslüman Türk milletinin Anadolu’yu yâr etmeyeceğinin anlaşılması sonucunda oldu. Yani Viyana’dan başlayan geri çekilme ve püskürtülme durumumuzun tersine döndüğü “birinci kırılma noktasını” teşkil etti. Batı küfür iradesinin bu rızası sonrasında milli mücadeleyi yapan asıl irade olan İslam iradesi karşısında bu vaadini tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Kemalist irade, birinci dönem diktatörlük usûlünü terk etmek zorunda kaldı. Buna “ikinci kırılma” noktası diyoruz. Başlayan çok partili rejim, TC’nin derin yapısını oluşturan Kemalist iradenin muhafaza edilerek, demokrasi görünümüyle İslamî mücadelenin dolaylı yoldan Kemalist sistemi kabul etmesi mantığı ile uygulamaya konuldu. Bu yolla mücadelenin İslamî muhtevadan arındırılması hedeflendi. Fakat izahı yapıldığı şekilde demokratik imkânların İslamî mücadele lehine kullanılması karşısında bugün Ergenekon denilen Kemalist çelik çekirdek parçalanmaya yüz tuttu. Bu durum 28 Şubat balans ayarına varan süreçte açık olarak görüldüğünden, Kemalist çelik çekirdeğin ve rejimin tasfiyesi 28 Şubat süreci sonrası başlatıldı. Artık İslam referanslı içtimai tezahürlere kapıyı aralamış, fakat siyasî hedeflerinden soyulmuş bir rejime yol verildi. Dünya genelinde bir türlü baş edilemeyen ve sürekli mevziî kazanan ve batıyı İslam topraklarından def etmek gayesiyle yükselen İslamî mücadelenin de tetiklemesiyle yeni bir dünya nizamı zorunlu hale geldi.

Yeni Osmanlı... BOP... İslam görünümlü bir Proje!... Bundan 10 yıl öncesine ait bir tespitin tezahürleri... Hedef gevşek federasyon (konfederasyon) şeklinde "demokratik bir düzen"i, Osmanlı sahasına hâkim kılarak, gelişen ve bir türlü önüne geçilemeyen iç ve dış İslamî muhalefetin, "sahte zafer" duygusu yaşatılarak, kendi “öz” hedefinden saptırılması, sömürülmesi ve faydalanılması.

“Üçüncü kırılma” bu oyunu direkt durdurmak yolu ile değil, daha öncekiler gibi kullanmak marifetini sergileyebilmek yolu ile olacak. Daha doğru ifadesiyle kullanmak yoluyla durdurmak noktasında düğümlü bir yolla. Fakat bu aşamanın “kalben buğz”, “dil ile müdahale” aşamasından “elle ile müdahale” aşamasına doğru intikal ettirilebilmesi için “demokratik düzen” muhtevalı yeni düzenin savunucusu İslamî kadrolara, alternatifinin mal edilmesi gerekiyor. Bu mal ediş ne kadar derinleşirse, yeni nizamını kurmak hevesiyle desteğini Müslümanlara sunan küfür iradesinin ters yüz edilmesi o kadar kolaylaşmış olur. Ve “Üçüncü kırılma” muradına erdirilebilir. Daha önceki aşamaların sadece kabul etmemek (muhalif tutumla) bertaraf edilmesi mümkün olduysa bile ki bunu mümkün kılan husus Kemalist iradenin ferdî ve içtimaî alana kadar uzanan İslamsızlaştırma faaliyetlerinin gözle görünür olması ve bu sayede milletin görüş alanına giren İslamsızlaştırmayı red edebiliyor oluşu idi. Hâlbuki bu yeni dönemde batı küfür cephesi, ideolojik ve politik sahada İslamsızlaştırma iradesini korurken, ferdî ve içtimaî sahada bu iddiasından vazgeçmek yolunu tutmuş bulunuyor. Dolayısı ile bu yeni dönemin bertaraf edilebilmesi, “demokratik düzen” ideolojik muhtevasına çeşitli tevil ve tabirlere bağlanmış bulunan İslamî aktörlerin (milleti etkileyen hâlihazırların) “BÜYÜK DOĞU” ideolojik vahidine bağlanarak bu yolla milletin de “demokratik düzen” maskeli tahakküm rejimini red edebilmesini sağlamak.

Bu amaçla bugün inandırılamasa da mümkün olan en yüksek yaygınlıkta milleti etkileyenleri etkilemek anlayışına bağlı olarak hareket edilmesi gerekiyor . Hem de bıkmadan, usanmadan. Bu örtülü tahakküm anlaşılıp daha belirgin hale geldikçe, artık yeni düzenin de referansı haline gelmiş olan İslam’ın sahtesinden gerçeğine, BOP’tan Büyük Doğu’ya doğru etkileyicilerden başlamak üzere lehimize olmak üzere çözüleceği bir bedahat. Fakat bunun mümkün olabilmesi için, “Büyük Doğu”yu temsil eden kadroların öncelikle yeni dönemi iyi kavraması ve buna uygun bir teşkilatlanma içerisine girmesi gerekiyor. Daha önceki dönemin “ideolojik formasyon” eksikliğini kısmen kaldırdığı fakat bu yeni dönemin slogan boyutunda sürdürülemeyeceği anlaşılmalı. Özellikle Büyük Doğu bağlısı kadroların (!) ahlâkta, fikirde ve fiilde doğru temsil edilmesinin, yeni dönemin “hata” kabul etmez şartlarında ne kadar önemli olduğu görülebilmeli.

Büyük Doğu Ocakları bu şuur ve anlayışa ermiş ve ermek derindeki Müslüman Anadolu Evlatlarını beklemektedir…

Nerdesin diye sorulduğunda sağına soluna bakmadan buradayım demenin müşahhas tezahürünün Ocağımızla hemen irtibata geçmek demek oluşu görülmüyor mu?..

Ben Kimim? -IV-


“BEN KİMİM” MESELESİ* ve İdris Peygamber

Hedefsiz gezintilerden birisi.

Böyle anlatmaya başladı gördüğü garip rüyayı. Tuhaf anlamında değil, dedi. Ğureba’daki gibi!!!..

Garib, fakir fukara da değil…

“Bir müzeye daldılar. Eski çağlara ait çeşitli eşyaların sergilendiği, kâdim medeniyetlerin havasını almak maksadıyla “modern” görünümlü zevatın dolaştığı bir müzeye... Camekân içinde birisi var. İplik yapmaya mahsus bir aleti döndürüyor. Bronzlaşmış teni muhteşem omuzlarından ışık veriyor. Saçları düz ve uzun, sakalı belli belirsiz ayırd edilebiliyor. Camekânın etrafında seyirlik yerden “ilginç” pozlarında bir ilgiyle kümelenmiş, ikili üçlü kümeler halinde insanlar.. Kimi işaret parmağı ile O’nu gösteriyor, kimi gülüşüyor, kimi alelade tarihî eser muamelesi yüzünde gelip geçerken şöyle bir bakıveriyor.  Şaşkınlığım camekâna layık görülmüş tevekkül sahibi sakin Peygamber’in haliyle insanlar arasında kıstırılmışlık hissiyle öfkeye dönüşüyor. Yorulan yaşlılar için veya güvenlik elemanları için tahsis edildiği belli bir sandalyeye doğru hızla atılıyorum ve aynı hızla camekânı kırıyorum. Geniş, oldukça geniş ve yerleri parlak granitle kaplı yüksek tavanlı yapı kırılan cam sesleriyle sarsılıyor. Kaçışanlara inat ve kararında emin adımlarla yalnızlaşan mekânda O’na yaklaşıyorum. Arkası bana dönük ve o harika üstü bronzlaşmış omuz başı.. Benliğimi kaplayan “haya” duygusu, önüne geçmeye mani. Sahici insana hasret bunalmış ruhum yaklaş diye emrederken, gel-git içime inat, vücudum kilitlenmiş bir işaret bekliyorum. Hafifce başını çeviriyor ve gülümsüyor. Şükürler olsun memnun ve makbûlüm”

Nice zamandır düşünüyor bu rüyasını. Rüyanın garibliğide bu olsa gerek. Kıymetli olanın insanların anlayışsızlığında mahkûm yalnızlığı.. Gariblik esasta bu. İdris Peygamber için gözlerinin dolduğu çok oldu. O’na nasıl kıyabiliyorsunuz?!.. İçinden yükselen bu canhıraş sese yenilen gözlerine bakıyor aynada. Aynalar bizi bizden gizlemek içinmiş. Aynanın gösteremediği “BEN KİMİM?” MESELESİ..


Tarihe, kadîm tarihe ve geçmişin hikayelerine artık bambaşka bir zihnî yapıyla yanaşan insan şuurunun galib yapısıyla adeta – kesiklerle sağa sola çarpılmış bütünlüğün bozulması gibi bir tasvir içinde- yeniden ve aslından koparılarak parçalanması çağımızın mahkûmiyeti içinde tesellisini bulan zügürtlüğümüze işaret.. Züğürtlüğü-Müze. Müze!.. MÜZ-ede BEN!.. Tersinden bakarsak, o bütünlüğü bugün yaşayan bir bünye imişiz gözüyle yani, MÜZ zindan oluyor. “Dünya mü’mine zindan!”. İman etmenin kesintisiz oluş çilesini çekene… Bunu yazarken bile satıhta kalmanın sunîliğini yaşıyor. Diğerlerinin yaptığı gibi yapması mümkün değil!.. Yani bir “zan”la teselli bulması..


Telegram dıştan ve fakat içte tezahür eden ve ancak muhatabının müşahade edebileceği ve dolayısı ile baş etmesi gereken bir keyfiyet olarak “şeytan” işine ne kadar benziyor. Dışta ve fekat içte tezahürleriyle müşahade edilen. Kalbi kuşatmış nefs camekân. Kendisi görünmez fakat bilinir keyfiyetiyle, kelimeler bütününde varlığını gösteren mana gibi bir ŞEY.. Rüzgar olmasaydı kanatları dolduran, uçmak ne mümkün?!..


“Elimde tenis raketiyle vuruyorum. Kendisini muhatap alan tek kişi olarak, ölüm döşeğinde -bugün bile muazzam bir ayrıcalık hissine sebep olacak şekilde- yüzünden içli bir gülümseme kopardım, daha doğrusu lutfedildi. Ne zaman odasına usulca sokulsam mırıltı halinde Kuran okuyan aynı yaşlı kadın bu yönüyle meşhur olduğundan, kendisi adına hatim yapılmasını isteyenlerin eksik olmadığını, sipariş üzerine sipariş aldığını biliyordum. Son zamanlarında aklî melekelerini kaybetmişti. Fare hikayesi de  bu zamanlarına ait.  Geleni gideniyle tüm aile ferdleri "fare" diye birşeyin olmadığı konusunda ikna etmeye çalışsın, elimde tenis raketi "fare" avındayım. Üstelik perdelerin üst kısmında geziniyordu yaramaz "fare"cik!..”
Fare-mouse-müze… İnsan gözü açık rüya görüyor hayatta. Alem bir müz veya kimine öyle veya kimine yol olan geçici!!..

Gece namazı için saati kuruyor fekat işin saate kalmayacağından emin. Alelade bir rüyanın ortasında – rüyanın aleladesinden muradım hatırlayamamak- birdenbire gözlerine yaş akıttıran bir ışıkla geldiler.
Beş noktanın, ortasında üçüncüsü imam… İmam nokta ve peşinde dört noktalık cemaatin ardından arada bir saf boşluk olduğu halde iki rekâtlık namazı kıldı.
Rüyada kılınan gece namazı..

Tüm insanlığın nefsi bir insanın nefsinde toplu bir değişime uğrayabilir mi?.. 1999’dan günümüze Ahbes’in 80 yıllık TELEGRAM’ının darmadağın olduğuna şahitlik edenler ne demek istediğimizi bilirler. Ahbes yenildi!... Teklif edilen Ahbesin ideolojisini kur ve kurtuldan günümüze 12.yıl ve kanatları dolan bir kartal Bolu Dağlarının yamaçlarında süzülüyor!... Maksadı bambaşka da olsa, bütün bir millet kadrosunun mukavement ede ede erdiği veya tersinden erdirildiği DEVLET’e bakınca, tenakuz gibi gözüken CELAL muamelesini bir sevgili gibi kucaklamak gerektiğini anlarsınız. Bu telegramcıya minnet demek değil…
Batının pozitivist ilim mi din mi çelişkisinden doğma bir cüretkârlıkla bizzat Anadolu’nun şahsında ümmetin lider milletine reva gördüğü ÖZEL muameleye ve ötesinde de ÖZEL ŞAHSA yaşattığının “kuru akıl ürünü” zirvesiyle oluşu… Kaçınılmaz şekilde zirvenin diğer yakası iniş ve rahatlık!.. Bir insanın nefsinde aslında bir vücud gibi milletiyle bir bütün olarak böyle bir bütünlük şuuruyla, Telegramcıların sahte akıl cüretkârlığına mukabil, İslam’ın “ifrat halde tecrid” bünyesinin nasibine bakınız. Kuru Akıl burnu sürtüle sürtüle ancak bu çapta imana erdirilebilirdi. İdris Peygamber’den İlyas Peygamber’e çift kanatlı bir olgunluğun eserleri…
Batı Tefekkürünü İslam Tasavvuf’unun karşısında hesaba çekmenin son ve som halinden elde edilecek verimlerin büyüklüğü bizi sevindirmeli.. İşin hoşluğu da burada.
Yağmurcu’nun hikâyesinde kritik bir yalnızlık ihtiyacının, gayesine erdiğinde son bulması gibi. Adî vesileler üstü yutulan bir adamı gerisin geri iade edecekleri vakit geldiğinde, tüm unsurlarıyla bizzat elleriyle kavuşturulacağımız bir bedahat.
Tam bir hasret ifadesiyle sandalyeyi camekâna vurunuz!... Makbûllerden olunuz!... Vakit iyice yakın oldu.

Ben Kimim? -III-


*** ÇÖL, SU ve ÇEŞİTLERİYLE AKIŞ..

Ebu Leys Semerkandî'nin "Gafletten Kurtuluş"u, okuma hastalığına tutulduğum bir nevî AŞIRI gark olmuşlukta elime tutuşmuş bulunan en son eser. Çeşitli kitapçıklara nisbetle iki ciltlik bir hacim belirten kitabı ortasından sonundan karıştırıyorum. Çeşitli başlıklara bölümlü fasıllar halinde bir tertibe sahip. Şu oldu bu oldu derken gece namazı ile alakalı bir başlığa takıldı gözleri;

Allah yeryüzüne tecelli ederek sorar: " Yok mu bir derdi olupta isteyen vereyim!.."

İçli bir davetin sesini duyar gibi -hasret duyulan sevgiliye- akıyorum... Tasviri mümkün olmayan birşeyi akmakla tarif ediyor olduğumu düşünerek teselli bulduğumu anlayın. Akıyorum. Olgunlaşmış iltihabın deri üstüne vuran sızısı gibi her atışta kalbim ağrıyor ve akıyorum.

"Yaşamayı Deneme" bir romanın ismi olması bir tarafa, ne güzel bir vasıflandırmaydı. "Kim"in romanıydı. Adı, cismi ve tesirleriyle yok edilmeye, canlı canlı gömülmeye çalışılan "Kim"in.

"Çölde susuz nasıl akarsa suya!.."

Çölde deve üstünde sarığı, bol ve hafif elbisesi dalga dalga uçuşan Ebu Hanife gibi sonsuzluktan haber veren Nebî'ye..

"öylesine bir akıştır bizimkisi.."

"bizimkisi" denilen akışı siz aşktır diye de okuyabilirsiniz, mümkündür, münasibdir.

"Uçurum uçurum
Her yanım uçurum
Ne olursunuz kuşlar
Beni de uçurun"

Kuşlar!.. Eteklerinin yamaçlarında O Nebî'nin Veliler..

Genç bir dimağın -çağın ademe mahkûm etmek istediği "Kim"liğin talibliği şiddetinde aynı akibete layık görülen-  hayal ufkunda mutlaka en muhteşem şekil ihtiyacını karşılamak üzere ruhuma şekil veren elleri, eserleri..

Adet edindiğim -çaresiz ve mahkûm- gece namazı sadece iki rekât. Fazlası hiç olmadı. İki büklüm yattığm -la teşbih- Rabb'imin kucağından aynı şekide kaldırılıyorum. Bu kaldırılmanın hikâyesini yazacak değilim. Henüz günah yazılamayan dilimine ömrümün, sarkarak diğer diliminden anlattığım "Yaşamayı Denemem", unutulmasın.

Aslında hepimizin kimbilir kaç sefer "budur" diye kendimizi kurup sonra yıkıp, tekrar tekrar kurmaya çalıştığımız -burdan belli arıyoruz- halimizin en kısa ve dokunaklı vasıflandırmasıdır bu. Bir hayatın romanında, milyonların hayatını bulabilir miyiz? Bilmiyorum.

Mümkün mü sarayın çatısında deve bulmak?.. "Perdede Fare?"

Kesin dönüş hazırlıkları devam ederken, takvimin zorlamasıyla önden İstanbul'a, halamın yanına gönderildim. İlkokul 3.sınıfa kaydım yapılmış. 80 ihtilali sonrası propaganda konuşmalarını televizyondan izleyen eniştem bir tarafta, diğer tarafta ben. "Gözlüklü tombul" çıktığında daha bir dikkatli izleyen eniştemi izliyorum.

İlk defa tecrübe ettiğim siyah önlüğün, dış dünyaya karşı yabancılığımın resmî mührü oluşu veya öyle olmasa da, kendimi en mahrem halimle ifşaa edilmiş çıplaklıkta his etmeme sebep olan yönüyle uğradığım tacizi, beni daha fazla içime sığınmaya zorlayan bir remz olarak kabul edebilirsiniz.

Bacalarından duman tüten şehrin, yayılan kasvetli akşam havasına eşlik eden sabırsız korna seslerine teslim caddesi.. Pencere kenarına kedi gibi kurulmuş edam içinde ekmeğin ucunu kemirirken her akşam okul dönüşü kendime bırakıldığım ne güzel anlarımdı. Herkes telaş içinde ve meşgul. Dilimden dökülen dua "Allah'ım onların meşguliyetini arttır!.." Uğaşmasınlardı benimle... Uğraşmasınlar "Kim"liğimiz ile!..

Akıp gitmek de türlü türlüymüş meğersem.

"bizim akışımız"ın zıddına "onların akışı"

Meğer akış da, aşk da, insan da çeşit çeşit imiş.

Ben Kimim? -II-


İki dua ve dost!..

 ** Annemin anlattığına göre doğduğumda babam beni Allah'a arz ederek " Bunu müslümanlara önderlerden yap, yoluna bağışladım" diye dua etmiş. 70'lerin ortalarında Türkiye'de keskinleşmeye başlayan sağ-sol mücadelesinin mi yoksa Almanya'da birçok hazin misaline şahit olduğu savrulma hikayelerinin mi etkisiyle bilmiyorum. Bunu hiçbir zaman sormadım.  Şahsiyet belirtileri verdiğim ve babama en sonunda pes ettirdiğim mücadelenin nazik bir anında kendi dilinden bu itirafı duyduğumda kalbimin yumuşadığını his ettim. Kışın en şiddetli soğundan kalma buzun yeni bahar güneşiyle çözülmeye döndüğüne şahit oluyorduk.

Yatağına mahkûm yaşlı kadın. Bu mahkûmiyetin eseri olarak bir hayli ağırlaşmış vücudunu oyanatmakta güçlük çekiyor. Güçlü ve genç ellerin kollarını kavrayarak sırtında ağır ağır hastahane merdivenlerinden çıkardığı anadır bu kadın, babannem. Yüzüne vuran dayanılmaz sancıların yoğurduğu dil işte tamda böyle bir anda "Veysel Karani'm benim" diye şefkatle kendi kendine söyleniyor. Babamın aldığı duanın bereketine ve kıymetine sayısız kere şahit olmuş olan ben, bahsini ettiğim yumuşamadan memnunum. Sen iki duanın ettiğine bak!!..

"Oğlum tüllerin üstünde.. İşte bak orda.. Fare işte orda!"

Elimde tenis raketiyle vuruyorum. Kendisini muhatap alan tek kişi olarak, ölüm döşeğinde -bugün bile muazzam bir ayrıcalık hissine sebep olacak şekilde- yüzünden içli bir gülümseme kopardım, daha doğrusu lutfedildi. Ne zaman odasına usulca sokulsam mırıltı halinde Kuran okuyan aynı yaşlı kadın bu yönüyle meşhur olduğundan, kendisi adına hatim yapılmasını isteyenlerin eksik olmadığını, sipariş üzerine sipariş aldığını biliyordum. Son zamanlarında aklî melekelerini kaybetmişti. Fare hikayesi de  bu zamanlarına ait.  Geleni gideniyle tüm aile ferdleri "fare" diye birşeyin olmadığı konusunda ikna etmeye çalışsın, elimde tenis raketi "fare" avındayım. Üstelik perdelerin üst kısmında geziniyordu yaramaz "fare"cik!..

İlk aşka düştüğüm, yandığım, kavrulduğum, ne yana baksam Onu gördüğüm, hoş bakmasam da öyle!..

Perdenin üst kısmında "aşk"ımın gezebildiğini, hatta gözyaşlarını dökerken bilhassa peçelendiğini yakıştıran - gören diye okuyun siz bunu- benim için babannemin faresinin yokluğunun ispatı muhal.. Divane ile aşığın aynı çizgide ayrı bir gerçeği yaşıyanlar olduğunu bilmem nasıl izah edebilirim?.. Yatağa mahkûm yaşlı kadın ile gençliğe ilk adımlarını atmak üzere olan bir çocuğun, gayrısından kopuk ve mesut dostluğu bir süre daha devam edebildi. Ve babannem öldü.

Dostunu kaybetmiş çocuğun burnunda kesif toprak kokusu, mezarına kapaklanmış ağlıyor. Şimdi o aşk acısını, bu ulvî ızdırabı yeryüzünde  kiminle paylaşsın?!!.. Acaba o gün bir dost kaybettiği için ağlayan iki çift gözden başkası var mıydı?.

Bir yerde okudu.

Damda deve olur mu hiç?

Ya saraylarda, ipekten yorganlar altında?

Mümkün mü?

Perdelerin üzerinde fare hayali yaşayan divanelerden pay sahipleri gelmiş geçmiş miydi? Bugün de yaşayanlar var mıydı?

Dua ellinden tutup kendisini arattıranmış..