28 Mart 2011 Pazartesi

Ben Kimim? -II-


İki dua ve dost!..

 ** Annemin anlattığına göre doğduğumda babam beni Allah'a arz ederek " Bunu müslümanlara önderlerden yap, yoluna bağışladım" diye dua etmiş. 70'lerin ortalarında Türkiye'de keskinleşmeye başlayan sağ-sol mücadelesinin mi yoksa Almanya'da birçok hazin misaline şahit olduğu savrulma hikayelerinin mi etkisiyle bilmiyorum. Bunu hiçbir zaman sormadım.  Şahsiyet belirtileri verdiğim ve babama en sonunda pes ettirdiğim mücadelenin nazik bir anında kendi dilinden bu itirafı duyduğumda kalbimin yumuşadığını his ettim. Kışın en şiddetli soğundan kalma buzun yeni bahar güneşiyle çözülmeye döndüğüne şahit oluyorduk.

Yatağına mahkûm yaşlı kadın. Bu mahkûmiyetin eseri olarak bir hayli ağırlaşmış vücudunu oyanatmakta güçlük çekiyor. Güçlü ve genç ellerin kollarını kavrayarak sırtında ağır ağır hastahane merdivenlerinden çıkardığı anadır bu kadın, babannem. Yüzüne vuran dayanılmaz sancıların yoğurduğu dil işte tamda böyle bir anda "Veysel Karani'm benim" diye şefkatle kendi kendine söyleniyor. Babamın aldığı duanın bereketine ve kıymetine sayısız kere şahit olmuş olan ben, bahsini ettiğim yumuşamadan memnunum. Sen iki duanın ettiğine bak!!..

"Oğlum tüllerin üstünde.. İşte bak orda.. Fare işte orda!"

Elimde tenis raketiyle vuruyorum. Kendisini muhatap alan tek kişi olarak, ölüm döşeğinde -bugün bile muazzam bir ayrıcalık hissine sebep olacak şekilde- yüzünden içli bir gülümseme kopardım, daha doğrusu lutfedildi. Ne zaman odasına usulca sokulsam mırıltı halinde Kuran okuyan aynı yaşlı kadın bu yönüyle meşhur olduğundan, kendisi adına hatim yapılmasını isteyenlerin eksik olmadığını, sipariş üzerine sipariş aldığını biliyordum. Son zamanlarında aklî melekelerini kaybetmişti. Fare hikayesi de  bu zamanlarına ait.  Geleni gideniyle tüm aile ferdleri "fare" diye birşeyin olmadığı konusunda ikna etmeye çalışsın, elimde tenis raketi "fare" avındayım. Üstelik perdelerin üst kısmında geziniyordu yaramaz "fare"cik!..

İlk aşka düştüğüm, yandığım, kavrulduğum, ne yana baksam Onu gördüğüm, hoş bakmasam da öyle!..

Perdenin üst kısmında "aşk"ımın gezebildiğini, hatta gözyaşlarını dökerken bilhassa peçelendiğini yakıştıran - gören diye okuyun siz bunu- benim için babannemin faresinin yokluğunun ispatı muhal.. Divane ile aşığın aynı çizgide ayrı bir gerçeği yaşıyanlar olduğunu bilmem nasıl izah edebilirim?.. Yatağa mahkûm yaşlı kadın ile gençliğe ilk adımlarını atmak üzere olan bir çocuğun, gayrısından kopuk ve mesut dostluğu bir süre daha devam edebildi. Ve babannem öldü.

Dostunu kaybetmiş çocuğun burnunda kesif toprak kokusu, mezarına kapaklanmış ağlıyor. Şimdi o aşk acısını, bu ulvî ızdırabı yeryüzünde  kiminle paylaşsın?!!.. Acaba o gün bir dost kaybettiği için ağlayan iki çift gözden başkası var mıydı?.

Bir yerde okudu.

Damda deve olur mu hiç?

Ya saraylarda, ipekten yorganlar altında?

Mümkün mü?

Perdelerin üzerinde fare hayali yaşayan divanelerden pay sahipleri gelmiş geçmiş miydi? Bugün de yaşayanlar var mıydı?

Dua ellinden tutup kendisini arattıranmış..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder