22 Ocak 2013 Salı

İMRALI SÜRECİNİN GÖSTERDİKLERİ -4




"İmralı Sürecinin Gösterdikleri -3"den bir alıntıyla başlamak isterim.


"Bundan yaklaşık olarak üç sene önce dünya çapında gelişen hadiselerin değerlendirilmesi amacıyla bir yazı kaleme almıştım. Yazının konusu özelde Ortadoğu üzerinde güç mücadelesi yapan hâkim güçlerin dayandıkları projelerin neler olduğu ile ilgiliydi. O günlerde pek anlaşılamayan fakat son gelişen hadiseler vesilesiyle daha rahat görülebileceğini ümit edebileceğim projeler…
Özetle şöyle idi:

a) An
glo-Sakson Devletlerin güdücülüğünü yaptığı BOP diye meşhur olmuş proje
b) Siyonist beynelminel sermaye ve devletinin (İsrail’in) güdücülüğünü yaptığı Parçalanmış Ortadoğu Projesi (POP)
c) Pers-Şii güdücülüğünde merkezî iradesinin İran olduğu Şii Antiemperyalizmine dayalı bir PERS hegemonyası
d) Müesses bir yapı güdücülüğünden mahrûm ehl-i sünnet dev halk yığınlarının –farkında olmadan- aradığı ve hayalini yaşattığı ismi konulmamış İSLAMÎ BÜYÜK DOĞU PROJESİ.

Bu projelerin statik olduğunu, isimlendirmeler değişse bile ruhunun değişmeyeceğini özellikle hatırlatmak isterim.

Burada kritik soru; Anglo-Sakson aksı üzerinde hareket ederken, kendi adımıza hangi projenin hesabında olduğumuz ve bu projenin bağlısı bulunduğumuz “iman kutbu”nu hangi “ideolojik sistem”le hayata taşımak idealine bağlandığımızdır?"

Türkiye'nin ve genelde de Arap Baharı ile değişime uğrayan ülkelerin, Anglo-Sakson bir aks merkezinde hareket ettiklerini görüyoruz. 

İmralı Süreci de Türkiye açısından aynı aksın hedeflediği Ortadoğu hesabının bir parça mevzu olarak hal edilmek isteniyor. 

Öcalan'ın gayet pragmatik bir okumayla yaptığı tahliller ile Anglo-Sakson aksa dayanan Türkiye'nin politikaları örtüşüyor. Türkiye'nin Öcalan'ı parlatması da bu sebepten.

PKK'nın silahları bırakması yönünde bir şart dayatıldığını düşünenler fena halde yanılır. PKK'nın varlığını ve silahını korumayan hiç bir çözüm şeklinin sonuç getirmeyeceği açık. Türkiye bunu biliyor. Dolayısı ile müzakerelerin Ortadoğu konusunda ortak bir okuma çerçevesinde yürüdüğünü önümüzdeki günlerde göreceğiz. 

Kısaca PKK'nın tasfiyesi üzerinden değil, yeni PKK'nın misyon ve konumunun ne olacağı üzerinden bir müzakere yürüyor. Kuzey Irak Kürt yönetiminin kendisine bağlı topraklar olarak gördüğü coğrafya içinde PKK'nın varlığından pek de hoşnut olmadığı fakat bugüne kadar açık bir çatışmaya da yanaşmadığı bilinen bir husus. Daha önce bu denendi ve başarılı olamadı. Temel mesele PKK'nın yeniden şekillenen Ortadoğu coğrafyasında istihdam edileceği "iş ve yer" meselesinin hal edilip edilemeyeceğinde düğümleniyor. Müzakerelerin kilit noktası bu ve elbette yeni bölgesel entegrasyonun "ideolojik" muhtevasında!.. Bu bakımdan iki temel başlık öngörebilirz; Birincisi PKK'nın hakimiyetinde bir coğrafya ihtiyacının giderilmesi. İkincisi ise bu hakimiyet sahasının bölgesel hakimiyete hangi kurgu içinde dahil olacağıdır. 

Türkiye bu kurgunun model uygulamasını - bir samimiyet ispatı meselesidir de- "demokratikleşme" çerçevesinde göstermek mükellefiyetine girerek gösterecek. Bu zaten üç aşağı beş yukarı herkesin görebildiği bir husus. 

Bu "model" kurgunun hakimiyet kuracağı bölgeleri şöyle resmedebilirz. Birinci halka çekirdek bölge Anadolu olmak üzere Türkiye, ikinci halka Kürdistan bölgesi ve üçüncü halka ise Arap bölgesi.. 

Türkiye'nin hem Irak ve hem de Suriye coğrafyasında Sunnî Arap muhalefetinden yana aldığı tavır ile Kürdistan Bölgesini entegre etmeye yönelik adımlarını bu gözle görmek gerekir. PKK meselesine dair yapılan açılımın, Suriye politikasıyla birlikte kazandığı ivme de izahını yaptığımız "hakimiyet" ihtiyacını tatmin edecek bir çerçeve belirtiyor. Suriye meselesi ile PKK meselesinin birbirine bağlı olarak ivmelenmesi bunun açık göstergesi.

Burada dikkat çekmek ihtiyacında olduğum bir hususu tekraren belirtmek isterim. Bu da Oslo Süreci ile İmralı Süreci'ne karşı takınılan 180 derecelik tavır değişikliği ile görünen bir iç aktörün varlığı. 

Hükümetin dikkat etmesi gereken "truva atı"nın hangi maksatla bu derece bir tavır değişikliğine gittiğidir?.. 

Özellikle "demokratikleşme" çerçeveli kurgu ileride Türkiye'nin yumuşak karnı olarak nasıl kullanılacaktır?

Bunun hesabında olanların süreci baltalamak üzere, sürece dahil olduklarını ve temel meselelerinin de "demokratikleşme"ye muhalefet demek olmadığını-olamayacağını bilmem görenleri var mıdır?

Yani temel mesele yine ortada durmaktadır? Hangi "dünya görüşü"nle oyun kurucu bir role soyunacaksın? Dayandığın değerler ve hayat tarzını taşıyacak ve çevrene mal edecek "ideolojik" bütünlüğün nedir? Buna dair bir hazırlıksızlığın maliyetlerinin hangi çapa varacağını "bizim" camia farkında mıdır?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder