17 Haziran 2013 Pazartesi

ERDOĞAN HEDEF! AMA NİYE?







Genç Adam- Haziran ayı başından bu yana Gezi Parkı bahanesiyle gelişen olayları ve bu olaylara karşı gösterilen tavırları sormak istiyorum. Bu olaylar bize ne göstermiştir?

 A.KuloğluGezi Parkı'ı olayları başında masum gayeli bir çevrecilik hareketi miydi, değil miydi? Açıkçası işin bu başlangıç kısmının pek bir önemi kalmadı geldiğimiz bu aşamada. Bugün artık iç ve dış aktörlerin işin içine girdiği ve Erdoğan'a karşı bir yıpratma faaliyetine dönüşmüş bir meydan okumayla karşı karşıyayız. Bugün alevi sönmüş gözüksede için için yanmaya devam eden bir kor bu! Korun yakıtı içte üfleyeni dışarıda olmak üzere bir iç zaafı işaretliyor diyebilirim.

Genç AdamSadece dış tesir ile izahı mümkün değil diyorsunuz. Hükümete yakın kamuoyunda ve Erdoğan'ın "faiz lobisi" vurgusundan sonra olayın ağırlık merkezi dış tesire bağlanmış gözükmüyor mu?

A.Kuloğlu- Bu sinek-yara hikâyesine benziyor. Bünye deri üstünde yara açmaya, sinek de pek tabii olarak bu yaraya konmaya devam ediyor. Sinek yaraya sebep olmaz mı? Şüphesiz böyle durumlar da vardır ve bunun tedavisi basittir. Bazı durumlarda ise bünye içi bir tesir yarayı açar ve sinek yarayı azdıracak mikrobu taşır. En zorlu şekli de bu. 

Erdoğan'ın "faiz lobisi" vurgusu, dış tesirin varlığına dikkat çekmek için faydalı bir hedeflendirme olabilir. Kastım politik manevra olarak anlaşılabilir bir tavırdır. Fakat ister iktisadî isterse askerî aletler kullanılıyor olsun sonuçta bu gayeyi değil sadece ve sadece alet işaretlemekten ibarettir. Milletin görüş sahasına giren unsuru işaretlemekle, bu unsurun esas mevzuu olduğuna gerçekten inanmak arasında uçurumlar var. 

Reyhanlı patlaması misâl, askerî bir metod kullanılarak gerçekleştirilmiş bir hadisedir. Fakat herhalde gayesinin Reyhanlı'da can almaktan ibaret olduğunu söyleyebilecek bir aklı-ı evvel bulunamaz. Gezi Parkı olaylarının da meşhur olmuş kalıbıyla söyleyecek olursak; Mesele "faiz lobisi" meselesi değil hala anlamadın mı? Hadi hizaya gel!.. demek olduğunu bilmem izaha gerek var mı? 

Genç Adam- Esas hedefin iktisadî olmadığını mı söylüyorsunuz? Halbuki Erdoğan Türkiye'nin artan iktisadî gelişmesinden, köprülerden, yollardan, havalimanlarından, rakamlardan örnekler veriyor ve bunu hazmedemeyenlerin işi diyor. Ne dersiniz?

A.KuloğluBu Türkiye'nin 3 çocuk politikasıyla artan nüfusundan rahatsız olanların Reyhanlı da bomba patlatmak yoluyla Türkiye'nin nüfusunu azaltmak yolunu tuttuğunu söylemek gibi bir şey. Elbette ironik ve abartılı bir benzetme yapıyorum ama esas meselenin iktisadî olduğunu söyleyenlere böyle bir örnekle cevap vermek caizdir. Ben açıkçası Erdoğan'ın da böyle demek istemediğini zan ediyorum. Dediğim gibi millet algısının görüş sahasına hitap edebilecek bir politik argüman olarak belki anlaşılabilir ama eğer gerçekten de hükümet çevresinde algı böyle ise yazık derim. 

Biliyorsunuz Yeni Şafak'ta manşete konu olan "Kod adı İstanbul" adlı bir çalışmanın geçtiğimiz Şubat ayında yapıldığı ve Taksim'in "apolitik gençliğin" kullanılarak nasıl Tahrir'e dönüştürülebileceği konusunun işlendiği aktarıldı. Ve yine İngiltere'nin G-20 toplantısında Türkiye heyetini dinlediği İngiliz Guardian'a yine Neocon'larca sızdırılan belgelerle ortaya çıktı. Bu ve benzeri haberlerin de gösterdiği gibi ortada POLİTİK bir çekişme ve yönlendirme olduğu açık. Fakat konu olayları tespit etmek olduğu kadar gayesinin de ne olduğunu tespit etmek değil midir? Kısaca "faiz lobisi" sadece buzdağının görünen kısmı olabilir ve eğer kasıt görünmeyen dev kısım değilse bir şuur değil şuursuzluk göstergesidir. Bu konuyu "Fazi Lobisinin İçyüzü" başlıklı son makalemde kabaca izah etmeye çalıştım. Burada laf uzamasın.

Genç Adam- Muhalifler tarafından söylenen ve Cumhurbaşkan'ı tarafından da paylaşılan "Demokrasi sandıktan ibaret değildir" tezine ne diyorsunuz? Biliyorsunuz bu sadece muhaliflerin değil, hükümet destekçisi kesimler tarafından da dillendirilen bir husus oldu.

A.Kuloğlu- Eğri oturup doğru konuşalım. Açıkça söylemek gerekirse Yeni Şafak Gazetesi'nin bahsini ettiği "Kod adı İstanbul" ve benzeri muhtemel yapılmış çalışmaların güdücüsü Neoconların, siyonistlerin bir kolu olduğunu bilmeyen yok. Bilmiyorlarsa da bilsinler. 

"Demokrasi sandıktan ibaret değildir" tezi de hem siyonist şahinlerin hem de anlgo-sakson ılımlıların müştereken paylaştığı ve batı karşısında yer alan dünyaya taşımak istedikleri düzenin bizzat kendisidir. Siyonistler bunu "parçalayarak boyunuduruk altına almak adına" bir ara aşama, anglo-saksonlar ise" birleştirerek hegomanya altına almak adına" nihai bir aşama olarak görüyorlar. Buna dair raporlar ve çalışmalar batıda benzer mahfillerde esaslı bir külliyat çapına varmış bulunuyor. Yani eğer "Kod adı İstanbul" toplantısı yaşanan hadiselerin de doğrulamasına bakılarak ciddiye alınıyorsa, yine yaşanan  "demokratikleşme" sürecinin doğruladığı "Kod adı Muhafazâkar Demokrasi" projelerini ne yapacağız, nereye koyacağız?!..

Kısaca balık gibiyiz genç kardeşim, balık gibiyiz!.. Kuyruğumuz kurtulmak için kırk tarafa sallanıyor, milli görüş, nizam-ı alem, yeniden büyük türkiye, yeni osmanlı, milli devlet, nurculuk vs vs vs. Ama kafamız daima sabit "demokrasi de demokrasi"! İşte bu zokayı yuttuk ve makara yıllardır sarılıyor. Ben Gezi olaylarının işte tam da bu zokayı taaa ciğerimizin köküne daha da sağlam bir biçimde saplamak için kurgulandığını görüyorum. Sen olayı "faiz lobisi" mi zan ediyorsun hala diyecek kadar!!..

Batı bir taraftan muazzam devlet-i aliyeyi askerî işgallerle yudumlarken niye Tanzimat'la birlikte açık bir tezahür zeminine kavuşan bir "demokrasi dayatması" içinde bulundular? Mukaddesatçı Aydınlarımızın (!) bu kritik soruya bir cevapları olmalı.

Recep Tayyip Erdoğan'ın 2002 yılından bu yana yürüttüğü batı ile işbirliği içinde "ileri demokrasi" hamlesinin hem iktisadî hem de politik bir güç devşirme ve yerini sağlamlaştırma hamlesine dönüştüğünü görüyoruz. Erdoğan'ın Fransa'da De Gaulle'nin demokratik rejimi şahsında vakumlayan ve bilinen demokratik rejimi eğip büken ve  "ileri demokrasi" sözüne rağmen "demokrasi dışı"na taşan ve 2002 yılında varılmış mutabakatı ters-yüz eden bir şahsiyete dönüştüğünü görüyoruz. Her ne kadar Erdoğan'ın bir dünya görüşü halinde müşahhas bir kalıp ifadesine kavuşmuş bir yönü bulunmasa da, hem yaşadığı hem de yaşattığı duyguyla bahsini ettiğim siyonist ve anlgo-sakson hedeflerini zorladığı açıkça görünüyor. 

Şimdi.. Gelelim bu durumun değerlendirilmesine; İster içimizden Abdulhamid, isterse dışımızdan De Gaulle örneği ele alınsın, bir delikten iki kez ısırılmamak ihtarını almışlar olarak neyi, ne çapta görebiliyoruz? Elbette bu soruya bizzat Erdoğan da muhattaptır! Erdoğan şunu seziyor ki, eğer Türkiye müstakil ve bağımsız bir ideal ve medeniyetin öncülüğüne soyunmak istiyorsa, bu ideal ve hedefin mevcut ve tanımlanmış -elbette dayatılan- "demokratik" rejimle geleceğe taşınması mümkün değildir. Kendi kas gücünden memnun gencin, risk alarak tedbirler rejimini aşıcı bir duygu selinin etkisiyle çocukluğun kurallarını aşıcı hamleleri içinde iken, hala çocukluk kurallarına bağlı kalmasını talep etmek akıl dışıdır. İşte tam da bu durumda beslenen duygu ve medeniyet ideali ile kurulu düzen çelişkisinin doğduğunu görüyoruz. 

Ortada çocukluktan gençliğe kıvrılan bir ruh var ama bu ruha uygun olarak çocukluktan delikanlılığa terfi eden bir vücut yok!.. Mevcut devletin dayandığı rejimi, gen haritası ve ona dayanan vücut olarak ele alırsak, devletimizin gen haritasında "kemalizim" ve" demokrasi" gibi iki arıza var! Kemalizim büyük ölçüde hal edildiği için rahatlayan ruhumuz, demokrasi belasının sınırlaryıcı ve boğucu havasıyla boğuluyor. İşte Erdoğan bu boğucu havayı FİKİRLE AŞAMADIĞI İÇİN ŞAHSİYETİYLE aşmaya çalışıyor! 

Hem bizim kendi iç tekevvünümüzün tazyikiyle yaşadığımız hem de dışımızdan bize yaşattırılan ve Erdoğan'ın şahsında açığa çıkan bu kriz bütün politik görünümüne rağmen SIRF İDEOLOJİKTİR!.. Bizim "liberal demokrasi" yerine ruhumuza, ideallerimize ve medeniyetimize uygun bir vücuda, kalıba, şekle, rejime ve en nihayet yeni bir devlete ihtiyacımız var!..

İşte Erdoğan'ın başkanlık sistemi ısrarı tarih ve zemin farkıyla, Abdulhamid'in "istibdat" diye vasıflandırılan idare anlayışı inadı (!) ve zıddımız dünyada De Gaulle'ün kıvranışı ve hatta 2. Dünya Savaş'ının ortaya çıkardığı faşist İtalya ve Almanya tecrübelerinin gösterdiği gibi çağımızın kıvranan cemiyet ruhu "kendisini aşan"a bağlı bir irade ve disiplin ihtiyacının tezahürleriyle liberal demokrasiye sığamıyor!..

Dışın rahatsızlığı işte tamda Erdoğan'ın şahsında düğümlü ve açığa vuran bu tezahürün İslamî bir şahsiyet adına zorlamalarının belirtilerinden doğuyor!.. Bu ruhun ertelenemez ihtiyacı ise KENDİMİZE BAĞLI BİR DÜNYA GÖRÜŞÜ'nü zorunlu kılıyor. Bu ruhun bastırılması ve hizalanması, eğer bu mümkün olmazsa tasfiyesine matuf iktisadî hamleler ve hedefler tezi bu gözle anlaşılmazsa teşhis hatasına bağlı bir çok hata yapılması kaçınılmaz görünüyor.

Genç Adam- Fikirle aşılamayan demokratik idare sisteminin şahsiyetle aşılması ne kadar mümkün?

A.Kuloğlu- (Gülümseyerek..) Biliyorsunuz fikre kurşun işlemez ama şahsiyet dediğin şahsa bağlı bir husus olduğu için şahsiyete kurşun işler. Üç aşağı beş yukarı herkesin gördüğü husus bizzat Erdoğan'ın hedefe oturtulduğu gerçeği değil mi?.. Olayın tespiti kadar neyi gösterdiğinin de tespiti yapılabilmelidir. İzah etmeye çalıştığım gibi Erdoğan mutabakat içi kullanılan diye görülürken, mutabakat dışı kullanan olabilmek derdiyle demokrasiyi "demokrasi dışı"na eğdiği için hedeftir. Niçin Erdoğan sorusunun cevabı bu. Yoksa mesele kuru kuruya "oh oh ne güzel büyüdük falan filan rakamlar" gibi gelişi güzel değerlendirmelerle güdükleştirilmemeli.  O falan filan rakamların heveslendirdiği - O- ruhun mevcut sistemi zorlamasıdır esas olan. Elbette esas ve kalıcı çözümün şahsiyete bağlı bir zorlama olmadığı ve bunun tehlikeli ve riskli olduğu da izahtan vareste. 

Erdoğan'ın en büyük zaafı da bu.. Şahsiyetinin cüssesine kaldıramayacağı dev bir ruhu taşıttırmak gibi muhale yakın bir işe soyunmuş gözüküyor. Halbuki esas şunu yapabilmeliydi; O dev ruhu taşıyabilecek FİKRİ TAŞIYAN BİR ŞAHSİYET olabilirdi. Veya en doğrusu bunu yapabilecek MÜTEFEKKİR ŞAHSİYETE bağlılık içinde muazzam bir TAM OLUŞA vesilelik edebilirdi. İSLAMİYET ESASI'na dayalı ANADOLU RUHUNUN İDEOLOJİSİNİ hayata taşıyabilirdi, taşıyabilir.

Eğer bir gün bir ANADOLU BAHARI yaşanacaksa işte bu ancak ana karnında nüvelenen vücudun tanıdığı imkâna yerleşen ruh gibi bizzat ANADOLU RUHUNUN yerleşebileceği BİR DÜNYA GÖRÜŞÜNÜN millete mal edilmesiyle olacak!.. Anadolu bir zuhur sıkıntısı yaşıyor!

Aksi muhal!.. İşte başta Erdoğan'ın ve çevresindeki hasbî ve samimî olanların anlaması gereken esas budur!.. Tarihî bir eşikte, Allah'ın kader sırrı icabı Erdoğan'ın önüne koyduğu düğüm budur. Milletin eline verdiği şey ise bir manivela değil ki,  "ileri demokrasi" gibi kanırtmalarla uğraşılsın ve iş bir şahsiyet meselesine bağlanabilsin. Aksine milletin eline tutuşturduğu bir kılıçtır, bizzat "demokrasi" düğümünü kesmek üzere!.. Millet bunu sezgisiyle yapıyor. İşte bu ruha ait selim duygunun kalıplaşacağı vücudun genetiği Büyük Doğu'da, "İdeolocya Örgüsü"nde. Anadolu ruhunun zuhuru için ihtiyaç duyduğu İDEOLOJİK VAHİT budur.

Büyük Doğu'nun cins kafası da Bolu'da Telegram altında işte tam da bu sebeple dört duvar arasında işkenceye muhatap kılınıyor. 

Ben eminim Erdoğan'ın çevresinde bu hakikate karşı prizma görevi gören, gerçeğin görüntüsünü bulandıran karanlık odaklar var. 

Bu sadece Salih Mirzabeyoğlu meselesi değil veya Salih Mirzabeyoğlu'na karşı bir suikast değil, anlattığım çerçevede anlaşılabiliyorsa, bizzat ANADOLU'ya, Anadolu'nun şahsında bütün ÜMMETE karşı bir suikasttır. 

Genç Adam- Bu bir abartma değil mi? Böyle görenler de var. 

A.Kuloğlu- Bunu söyleyenlere şunu söyleyin, sadece Erdoğan hedef demek abartma değil mi?! Uç beyi Osman Gazi yanı başında Ertuğrul Gazi, Şeyh Edebali -düşünün kaç kişi görüyordu ki?- bir abartma değil miydi?!..

Gözü sayılarda olanlara sormak lazım, Peygamber'leri yalanlayan çoğunluk ölçüsü tersinden Peygamber'leri boğan bir abartma değil miydi?

Gözü keyfiyette olanlarla, kemmiyette olanlara göre "abartma" daima var olan ve inkârı kâbil olmayan bir husus. Ama hangi göze göre?!..

Yani kısaca ve kestirmeden bu bir abartma değil doğrudan doğruya hakikatin ta kendisidir!..

Genç Adam- Bir dahaki sefere kadar vedalaşalım dilerseniz. Bu sohbet için teşekkür ederim. 

A.Kuloğlu- Asıl ben teşekkür ederim. Allah bu ümmeti "ümmet olmak" liyakatine erdirsin. Bakî selam!.


Abdullah Kuloğlu twitter adresi: https://twitter.com/umeyrturki

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder