21 Haziran 2013 Cuma

Anadolu'yu Demokrasi ile Gazlamak!..

Hüseyin Gülerce'nin en son yazısında belirttiği gibi, batı "demokrasi"yi bir hegomanya vasıtası olarak kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Bu olgu, Tanzimat'tan beri batının uyguladığı bir yöntem.
Salih Mirzabeyoğlu'nun "Başyücelik Devleti" adlı eserinde "demokrasi adına dayatma" başlığı ile müstakilen dikkat çektiği bir husus bu. Merak edenlere kitabı şiddetle tavsiye ederim.
Hüseyin Gülerce'nin Irak Savaşını da konu edinerek bu konuya değinmesi sevindirici bir gelişme. Büyük Doğu-İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun zikrettiğim bu kitabını okuması o dönemde bazı müslümanların  Irak Savaş'ına karşı aldığı tavra mukabil "the cemaat"in aldığı zıt tavrı anlaması bakımından da ayrıca çok yerinde olacaktır.
Hayat çok şaşırtıcı ve ironik gelişmelere vesile olabiliyor. Kimseye karşı sabit ve şabloncu bakmamakta fayda var galiba.
Rahmetli Abdulhamid'in karşısına meşrutiyet adına dikilen ve "istibdat" serzenişiyle İttihat ve Terakki gazlamasına gelen bir kısım müslümanlara bugünden bakınca çıkartılması gereken dersler olmalı. Sayın Erdoğan hakkında "Sultan" yakıştırması yapan mahfillerle, Abdulhamid'e "Kızıl Sultan" diyen mahfillerin politik çizgi bağı ile dede-torun olması tesadüf müdür?..
Hoş ister Abdulhamid cephesinden isterse İttihad ve Terakki cephesinden bakılsın, torunların kalibre bakımından kaybettiği irtifa açık.
Üstâd Necip Fazıl Kısakürek'in söz konusu olan Abdulhamid olduğunda "demokrasi adına yapılan dayatma"ya karşı takındığı menfii tavra mukabil, söz konusu olan CHP şekavet ocağı olduğunda "demokratik açılımı" bir manivela olarak görmesi dikkat çekici. Bu tutum farkını neyle izah edebiliriz?
Ben demokrasiyi ideolojileri çözen bir ideoloji olarak görüyorum. Hak veya batıl bir esasa dayanan ve bu esası doğrulamak üzere inşaa edilmiş bir güdümlü siyaseti olan bütün ideolojileri çözen bir çözelti.
Bu gözle bakınca Batı'nın dün İttihat ve Terakki ile Abdulhamid'in şahsında dağıttığı Osmanlı'ya mukabil, bugün Ak Parti ve müslümanlar eliyle dağıttığı Kemalist ve Ulusalcı Türkiye, batı açısından "demokarasi"yi içselleştirmek hedefi bakımından tutarlılığını açık bir gaye belirtiyor!..
Dün İT-CHP geleneği bu rüzgarı ve gayeyi kendi iç hegomanyalarını tahkim etmek için milleti dönüştürmek yolunda kullandılar. Çünkü o gün var olan İslam anlayışı "demokrasi" ile pek uyumsuzdu. Sonuçta sıkı bir dönüştürme dönemi olan ilk 30 yılın sonunda, yani çok partili hayata geçilmesi sonrasında "demokrat" olmak dayatması ile hadım edilmiş bir müslümanlığa kapılar açılmaya başlandı. Bundan İT-CHP geleneğinin memnuniyetsizliği açık olmasına rağmen dış vesayetin emredici tavrı karşısında boyun büktüler.
1950 sonrası "demokrat" partilerin balonunu şişirmesine izin verilen müslümanlar, bu partilerin haddi aştığı her durumda yine batı tarafından da desteklenen askerî darbelerle makûl (!) sınıra çekildiler.
Aslında bu bir yönü ile hem İT-CHP cenahının,  hem de müslümanların "demokrasi" yolunda bir REHABİLİTASYONU süreci idi. Demokrasi ZOKASI dediğim de budur!.
Bugün her ne olursanız olun fakat "demokratik zihniyet"in terbiyesini kabul etmiş şekilleriyle kemalist olun, müslüman olun, sosyalist olun, Türkçü olun, Kürtçü olun. Ama yeter ki bunların demokrat cinsinden olun durumu var. Batı açısından bu temel gayeyi yerli yerinde muhafaza ettikten sonra kimin iktidar olacağı bir ehliyet ve uygunluk ölçüsüne bağlı bir tercih konusudur.
Üstâd Necip Fazıl Kısakürek'in ve Salih Mirzabeyoğlu'nun müslümanlık esası üzerine kurulu "Başyücelik İdare Mefkuresi" dışında bu ZOKAYI, bilerek veya bilmeyerek yutmayan yok!..
Henüz tek başına tayin edici bir GÜÇ olunamadığı yerde bu ZOKA'dan kurtulmak girişimi daha fena bir boyunduruk sonucunu doğurabilir. Bu bir gerçek, hayal görmemek gerekir. Fakat diğer yandan ZOKA'nın ne olduğunun farkında olmak da lazım.
Sayın Başbakan ve yakın çevresi hedef kılınmalarının sebebini faiz lobisi ve menfaat çelişmesi olarak sunuyorlar ama ben esas meselenin son iki yılda iyice kendisini belli eden ve Sayın Başbakan'ın şahsiyetini şekillendiren iman duygusu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu duygu batının temel gayesini rayından çıkarabilecek sonuçlar doğurabilir. Batı bundan korkuyor.
Düşünün; Arap Baharı ile birlikte düşünüldüğünde rol model olması beklenen bir Türkiye'nin İSTENMEYEN ŞEYLER ilham edici bir politikaya kayması, sağ salim yürütülmeye çalışılan bütün bölgeye şamil bir dönüşümü tehlikeye sokabilir.
Fakat Sayın Başbakan Erdoğan'ın mevcut durumu ve çevresinin ideolojik kapasitesi acaba batının bu İDEOLOJİK KORKUSUNU haklı çıkarıyor mu? Şu haliyle bu ciddi bir tehdit algısı olmayabilir ama ufak bir ihtimalde olsa "Ya başka bir tarafa kıvrılırsa!!" ihtimali de yok değil. Sayın Başbakan ve çevresinin ruh genetiği malûm nihayetinde İslamî bir duyguya dayanıyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse Ak Parti'nin böyle bir duyguya dayanmasına rağmen bu duyguya uygun bir  İDEOLOJİK ÖZE sahip olmadığı çok açık. Fakat yine buna rağmen GÜÇ devşirdikçe hem kendisine vücud veren ruh hem de bu ruha sahip çıkan milletin tazyiki Ak Parti'yi haysiyetli bir OLUŞA zorluyor. Sayın Başbakan'ın dıştan batının içten ise bizzat kendisinin ve çevresinin demokrasiye bulanmış zihniyetiyle yediği Demokrasi GAZI'na rağmen sürdürmeye çalıştığı POLİTİKA "demokrasi"yi zorluyor. Bu durumda dünün askerî darbelerine karşılık, Ak Partinin yaptığı bu zorlamaya karşı batı, iktisadî ve politik zorlamalara sarılıyor. Tezahürlerini görebiliyoruz.
Sonuçta olaya hangi yönden bakılırsa bakılsın bu, yaşanan olayların İDEOLOJİ kaynaklı endişelerden beslendiği gerçeğini değiştirmiyor. Mesele batı tipi -ki başka da bir tipi yoktur- demokrasi yolunda son ve nihaî devşirilme aşamasının tamamlanmasından ibarettir. Batı'nın müslümanların şahsında Doğu'yu hazmetmesi operasyonunun tamamlanması buna bağlı.
ZOKA da GAZ da  DEMOKRASİ!..
Batı'dan atılan demokrasi gaz bombaları o kadar problem değil açıkcası. Fakat esas tehlikeli olan bizzat içimizde demokrasi gazlamasına güyya kurtuluşumuz adına destek verenlerr. Çünkü bu batı için muazzam bir imkân vaad ediyor.
Haliyle ve Şahsiyetiyle DEMOKRASİYLE OLAMAZ diye çığlığı basan, en azından batı tipiyle OLAMAZ diye kıvranan ama yerine NEYİ koyabileceğini bilmemenin zaafıyla gözü yaşaran bir Sayın Başbakan'ımız ve O'na destek veren bir milletimiz var.
İşte Üstâd Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu'nun eşsiz kıymeti de bu aşamada daha bir berraklaşıyor.
Sayın Başbakan'ın Ak Parti ve Türkiye için bu bakımdan ifade ettiği "Demokrasi"yi zorlayan yönü ile Salih Mirzabeyoğlu'nun "Demokrasi"yi temelinden söküp atan "İDEOLOJİK" yönü bu bakımdan HEDEF oluyor. İllahî cilveye bakın!.
Zamanı gelmiş midir açıkcası bilemiyorum ama Sayın Başbakan'ın ve hasbi çevresinin artık bu gerçeğe göre gerekeni yapmalarında çok büyük faydalar görüyorum.
Sayın Başbakan'ın da ifade ettiği gibi, 2002 Kasım'ında iç ve dış vesayete karşı MİLLETİN BAŞLATTIĞI ANADOLU BAHARINI hedefe ulaştırması bakımından bunu görmesi şart.
Görür mü, görmez mi? "Çevresi" görür mü, gösterir mi?
Allah biliyor ya, İnşallah görür ve gösterirler diyorum.
Anadolu Baharı "Demokrasi" Gazından kurtulmalı artık!.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder