8 Mart 2012 Perşembe

İt Ürür Kervan Yürür / 1


Yıl 2005, internette forum sayfalarında ona buna küfür etmekten ibaret bir vasat içinde bir kısır döngü hali görünüyordu. Vesilesi şu bu önemli değil, gelenler anlatıyor “Şu şöyle idi, bu böyle idi..” O güne kadar kendi içinde harını muhafaza eden bir gurup gençten ibarettik. Dışımızda aynı fikre bağlı olanlardan haberleri bir büyüğümüzden alıyorduk. Biz bir gurupçuktuk, dışımızda yapılıp edilenler bizim için ulaşılması gereken seviyeleri belirtiyordu. Bizde en azından böyle olabilmeliydik. Böyle yaşatmıştık içimizdekileri. İnsan uzakta olunca, yani az çok bir körlük halinde ise, hayal melekesi açığı kapatıyor. Onlar ulaşılması zor hayal-idealler gibiydi.

1999’a gelen süreçte, çeşitli operasyonlara karşı kahramanca çıkışlar olmuştu. Bugün 28 Şubat’ın aktörlerinin zihniyeti malûm. İşte bu kemalist-laik-batıcı zihniyet en haşin haliyle bizi hedef almıştı. Elbette diğer İslamcı yapılar da az-çok hedefteydi. Meşhur kıvraklığı ile Gülen istisna edilebilir bundan. Fakat daha sonra Salih Mirzabeyoğlu’na karşı rejimin nasıl bir intikâm hissiyle hareket ettiği verilen İDAM cezasıyla görününce O’nun istisnaî durumu anlaşıldı. O milletin meçhulü olan bir sebepten 28 Şubat’ın tüm faturasını Müslümanlar adına sırtlanmıştı. İşin garibi milletin bundan haberi yoktu. Veya haberi olanlar 28 Şubat’ın taze şartlarında çaresizlik ve cesaretsizlik içinde şaşkınlık yaşıyorlardı. 

2005 yılı demiştim. Hafızam beni yanıltmıyorsa biraz öncesinden başlamak üzere “yeni” döneme dair tartışmalar, arayışlar birbirinden uzak düşmüş ve kopmuş insanlar arasında internetin sağladığı imkânlarla konuşulmaya, paylaşılmaya başlanmıştı. Zan ediyorum bu yıllar bir çoğumuz için bilmediğimiz, daha önce duymadığımız “hayal”lerimizden farklı yönlerin de varlığından en sarsıcı haliyle tanıştığımız yıllar olma özelliği de taşıyor. Diğerleri gibi uzun bir sessizlik içinde geçen bu ara fasıl sırasında ben de düşünüyordum. Ne olmuştu? Nasıl olmalıydı?..
Bilinen ve tanınanlarla ilk temas ihtiyacı böyle doğdu.. İçeriden çıkanlar vardı. 

Böyle bir süreç yaşadım. Süreç belli bir olgunluğa erdi. Tartışmalar fikir ve şahıslar üzerinden karışık bir manzara arz ediyordu. Gidip gelmeler artmaya başladı. Yeniden keşfedilen “eski” çevrenin insana telkin ettiği sukûtun etkisi altında dinliyordum. Neredeyse herkes için “kim”liğim meçhuldü. Tartışmalar internette forum sayfalarına taşınmıştı. Acımasız tenkitler, ithamlar, hakaretler içeren sözler yazılıp çiziliyordu. Bir arkadaşımın ısrarıyla ilk yazımı yazmıştım. Bu yazı sessizlik içinde geçen bir keşif dönemi boyunca olgunlaşan ve berraklaşan “yeni dönem”e ilişkin fikirlerimin sonucuydu. Yeri burası değil fakat en azından özel bir kanaldan teşvik manasında gördüğüm bir tasvib işaretini aldım. Bu güvenimi tazelemiş oldu. Açıkcası bir kriz dönemiydi. Diğer açıdan bir doğum sancısı, oluş humması.. 

Böyle bir sürecin tecrübesini yaşayan herkesin gördüğü ve görebileceği şeyleri, kişilikleri tanımış oldum. Aldığım en büyük ders, en keskin hakikatleri ve doğruları dile getirenlerle, hakikat ve doğruların arasında ne muazzam uçurumların olabileceğini anlamam oldu. Bunu BDFO bağlısı ve seveni gençliğe özellikle belirtmek isterim. İzahını yapamadıklarını tahmin ettiğim, öne çıkma konusunda gösterdiğim isteksizliğimi bir de bu yönden görebilmelerini dilerim. Yaşadıklarımı yaşamalarını istemem. Bu yüzden merkezinde en önce “ahlâk”ın ve buna bağlı “fikir”in damgası olan bir kadro teşkili meselesi benim için esas oldu. Şüphesiz liderlik önemlidir. Bu söylediklerimin bu konuyu önemsizleştirmek anlamına gelmediğini umarım anlarsınız. Yarın aralarından zamanın kendilerinden talep edeceği ve kaçamayacakları liderlik günleri geldiğinde dönüp bugün burada yazdıklarıma bakarak bana hak verecekleriniz olacaktır. Ümidim bundan ibaret.

Diğer bir husus ise “muazzam uçurum”un dile getirilen hakikat ve doğrular cephesine karşı sizde oluşturabileceği bıkkınlık ve soğuma halinden korunmayı öğrenmeniz gerektiği hususudur. Aksine tarihin ve zamanın bu türlü bir “fitne” döneminde böyle durumlar sizi kıymetliye sahip çıkma noktasında kamçılamalı. Bu konuda “cesaret” iyi ahlâkın şubelerinden. Bunu başaramayan ve kendi kovuğuna çekilen, kim bilir ne türlü ızdıraplar yaşadığı halde ancak bir kısmını anlatabilen insanların varlığına şahit oldum. Büyük Doğu Fikir Ocakları, BD-İBDA Dünya Görüşü’üne bağlı bir teşkilattır. Ve işte tamda bu “cesaret”in ürünüdür. Etrafınızda gözlerinizin şahit olduğu ve ancak bir ibret nazarıyla bakıldığında sırrını ele veren dağılış ve toplanışlara bu gözle bakınız. Hatta ademe mahkûm etmek için kıvranan zavalıların solucan kıvranışlarını da..

Böylece size öne çıkma hususunda isteksiz olunması gereken “nefs” ile öne çıkarılması gereken “ruh”u işaretlemiş bulunuyorum. İsminizi silin ve toplu zuhurunuzun belli bir “ahlâk” merkezinde müşahhas zemini olan teşkilatınızı öne çıkarın demiş oluyorum. Elbette bu inceler incesi bir anlayış ve kavrayış istiyor. Bunu sizden ümid etmek hakkına ancak siz bu hakkı bana teslim ederseniz sahip olabilirim. Bu yüzden “merkezî fakülte ahlâk” vurgusunu BD-İBDA külliyatı boyunca en sık tekrarlanan unsur olarak işaretlemek fırsatını da yakalamış oluyorum. Bir teşkilat kuru bir prensib işi değildir. Özellikle bizim teşkilatımız içe doğru “Allah İÇİN DOSTLUK” , dışa doğru “Allah İÇİN BUĞZ” samimiyetinin yuvası olabilirse bağlısı bulunduğunu iddia ettiği FİKRİN hakkını verebilir. Yani başın başı “ahlâk”… Aksi durumda şikayetçisi olduğumuz sinek vızıltısı sığlığına, ele gelmez “fikir” ölçülü (!) kısır döngülere girmemiz kaçınılmaz olur.

Abdullah Kuloğlu / Büyük Doğu Haber

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder