13 Şubat 2013 Çarşamba

Stratejik Derinlikte Yırtık - Ahmet Davutoğlu Vesilesiyle


"Doğru düşünce olmadan, doğru düşünce faaliyeti olmaz!"
 Salih Mirzabeyoğlu

Genç Adam- Türkiye'nin "yeni" dış politikasını anlamak için en önemli kaynak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun teorik eseri olarak bilinen "Stratejik Derinlik" adlı eser. Bu eser üzerinden Türkiye'nin "yeni" dış politikasını dayandırdığı anlayışı ve buna bağlı olarak ortaya konulan stratejiyi konuşalım istiyorum.

A.Kuloğlu- Hay hay, konuşalım.

Genç Adam- İlk önce dış politika dediğimize göre, iç politika ile olan alakasıyla başlasak?

A.Kuloğlu- İç ve dış ayrımından önce toplu olarak hem iç hem de dış siyasete bağlı strateji ve politikanın dayandığı toplu ifadeyi belirtelim. Üstâd Necip Fazıl Kısakürek diyor ki;

"İslamın sayısız dallara ayrılan siyaseti tek gövdede birleşir :Bütün insanlığın İslama teslim olmasını sağlayıcı usul... Teslim olmakta selamete çıkmak, selamete çıkmakta İslama ermek, İslama ermekte sonsuz kurtuluşu bulmak vardır ; ve İslam siyasetinin baş hedefi, İslam ülkelerinin içinde ve dışında, insanlığı bu saadete erdirmektir.

Siyasetin bu esasî hedefi yolunda İslam, iki esasî vasıta kullanır : Kılıç ve kalem... Kılıç maddeyi, kalem de ruhu fethetmenin bütün vasıta ve aletlerine şamil iki remzdir."

Üstâd'ın bu ifadesinden de görülebileceği üzere siyaset "teslim olunması gereken"e çevreyi hazırlayıcı gelişi  kolaylaştırıcı bir usûl meselesinden ibarettir. Kolayca anlaşılabileceği üzere burada kritik unsur "teslim olunacak olan"ın ne olduğudur. Gayesi olmayan siyaset-usûl olmaz, olamaz!.. Neye erdirecek ve ne adına teslim alacaksın?

Genç Adam- Bu bakımdan "Stratejik Derinlik" adlı eser ne diyor?

A.Kuloğlu- İnsanları hayal kırıklığına uğratmak istemem ama kocaman bir "HİÇ" demek zorundayım. "Teslim olunması gereken"e dair kocaman bir "hiç"! Bunu biraz açalım. Türkiye'nin kemalist yapı ve alışkanlıklarından özellikle soğuk savaş sonrası dönemde kurtuluşu bir zorunluluktu. "Yeni Dünya Düzeni" gereği kemalist yapı ve alışkanlıkların "iktidar"dan uzaklaştırılması gerekiyordu. Liberal-Demokrasi temelli bir "yeniden yapılanma" sürecinin tabiî neticesi olarak bunu normal karşılamak gerekir. Dünya'nın yeniden şekillenmek zorunda olduğu bir dönemde, soğuk savaşın galibi liberal batının kendi "teslim olunması gereken"i olarak toplu siyasetinin ifadesi olan "yeni dünya düzeni" buna aykırı alışkanlıkları "lehine" değiştirmek ve çevrenin intibakını kolaylaştırmak üzere "vasıta kavramlar" üretti. İcabında İslam'a referans yapan bu kavramlar vasıtasıyla "ideolojik hipnoz" altında tuttuğu çevreyi "lehine" dönüştürmenin gereklerine yapıştı. Üstâd'ın dediği gibi, kılıç ve kalem bu esasî gayenin esasî iki remzidir ve bütün vasıta ve aletlere şamil bir genişliğe teşmil edilebilir. Kısaca bu liberal batı için de geçerli bir husustur.

Liberal batı bakımından söz konusu olan İslam Dünyası olduğunda "çevre" iki esasî şube etrafında değerlendirildi. Birincisi; Kendisini reforme etmeye hazır görenler ve/veya buna mahkûm olanlar, ikincisi ise reforma her halükarda direnecek olanlar.

Bunlardan ilki, iki zihniyete ayrılabilir. Saf iman duygusuna bağlı oldukları halde "teslim olunması gereken"e dair toplu bir sistem-dünya görüşü alternatifi olmayanlar ile kasıtlı ve bilinçli bir biçimde liberal batı değer ve sistemine bağlanmış oldukları için İslam'ı buna göre yeniden yontmaya çalışan PUT YAPICILAR. Yani kısaca birinciler "ahmâk-cahil", ikinciler ise doğrudan "münafık"lar. 

Reforma her halükarda direnecek olanlar ise yine iki kategoride ele alınabilir. Birinciler bizzat İslam'ı "yeni dünya düzeni" yerine teklif edebileceğini zan edenler topluluğu olarak ham softa kaba yobaz sınıfı, ikinciler ise İslam'a dayalı bir dünya görüşü tamlığında "yeni dünya düzeni" teklifine dayanarak, liberal batı'nın "yeni dünya düzeni"ni red edenler!.. Yani derin ve gerçek mü'min sınıfı..

Özetle;
1- Liberal batı tarafında gönüllü şuurlular ile gönülsüz olduğu halde şuursuzlar. Münafıklar ile "ahmâk ve cahil"ler.
2- Liberal batıya karşı İslam tarafında gönüllü şuurlular ve gönüllü şuursuzlar. Derin ve gerçek mü'minler ile ham softa kaba yobazlar.

Sonuçta; Münafığı, ahmâk ve cahili, ham softa kaba yobazı ile çizgisi küfre mahkûmiyet olan bir güruh! İstisnası ise derin ve gerçek mü'minler.

Münafığı, ahmâk ve cahilden ayıran husus küfre mahkûmiyet birliğinde gönüllülük ve gönülsüzlük farkından ibaret iken, ahmâk ve cahil ile ham softa kaba yobaz arasındaki birlik şuursuzluktan doğan bir birliktir.

Yani münafık doğrudan ve peşin, ahmâk ve cahil ile ham softa kaba yobaz şuur tarafından küfre teslim olmak yolunun yolcusudurlar.

Stratejik Derinlik birinci şubede gönülsüz şuursuzluk örneği olarak "teslim olunması gereken"in "sistem ve bütün"lüğünden habersizdir. ("sistem ve bütün" olmadan da birşeyler olur zannı ahmâklık, bundan habersizlik ise cahilliktir. Cehalet ve ahmâklığın burada "samimiyet"e dair doğrudan bir vasıflandırma olmadığını ve mevzuu ile kayıtlı olduğunu hasseten ve önemle belirtmek isterim. Fikir konuşuyoruz!)

Genç Adam- Bu tespitler ağır olmasına rağmen, söz konusu olan hak ve hakikat arayıcılığı olduğunda katlanılması gereken zorunlu bir geçit diye görülebilir. Böyle bakılması gerektiği meselesi bir tarafta, buna dair eserden misaller getirebilirseniz daha anlaşılır olur.

A.Kuloğlu- Eserin önsözünde Ahmet Davutoğlu final cümlesini şöyle kurmuş;

"Bu eserin zaman idraki açısından tarihten geleceğe, mekan idraki açısından da merkezden çevreye stratejik bir köprü oluşturması dileğiyle.."

Ne güzel bir dilek!. Fakat nedir o zaman idraki? O zaman idrakinin gözüne nasıl bir tarih görünmektedir? Buna bağlı olarak nasıl bir gelecek tasavvuru yaşatılmalıdır? Bu soruların cevablarının olmadığı yerde mekân idraki nasıl merkezini bulacak ve çevreye açılışlarının stratejik mevzuu ve meselelerini ele alabilecektir?

"Stratejik zihniyet ancak tarih şuuru ile, stratejik planlama ise bugünün reel şartlarına bağlıdır" derken tarih şuurundan neyi kast etmektedir? Sonuçta bugünden tarihe bakan insan, halihazır "iç alem düzeni"yle tarihe baktığında neler çıkarmaz?!.. Ortaya teknik bir tarihî vakıalar yığını koyduktan sonra, bunu anlamlandırma işi söz konusu olduğu andan itibaren, halihazır şuurun devreye girdiğini kimse inkâr edemez. Bu eserde stratejik zihniyet konusu esasî bir temel olarak sunulduktan sonra, bunun stratejik planlamanın muhtevasını, özünü ve gayesini belirleyen tarih şuuruna bağlı olduğu belirtiliyor. Fakat sonuç!.. "Tarih şuuru" kavramına bağlanan stratejik zihniyet ve bunun müşahhas planda bugüne tatbiki olarak stratejik planlama şüphesiz "tarih şuuru"nun müphem bırakıldığı yerde bizzat kendisi müphemdir!.. Eserin bu temel zaafını diğer bölümlerinde stratejinin teknik unsurlarıyla kayıtlı akademik malûmat aktarıcılığı havasından süzebiliriz. Türkiye'nin kemalist tarih anlayışının Anadoluyu müslümanlık keyfiyetinden (keyfiyeti bu olan mekân idrakînden de) kopartmaya çalıştığı açıktır. Tarih şuuru derken belli belirsiz ve genel "Müslüman Anadolu" kavramı merkezinden çevreye açılmış bir Osmanlı-Selçuklu gerçeğine rağmen bir "değer-keyfiyet-ideal" ölçüsü tutturmak hem mümkün değildir, hem de hayal edilen böyle bir tarih anlayışı-zihniyeti olsa bile bu tek başına "sistem" bütünlüğü demek değildir!..

Genç Adam- Osmanlı-Selçuklu'dan "değer-keyfiyet-ideal" ölçüsü tutturmak mümkün değil derken kastınız nedir?

A.Kuloğlu - Kastım sırf bunu söylemiş olmakla bunun mümkün olmadığını belirtmek. Anadolu mekân idrakinin, Müslümanlık tarih idrakinin davet ettiği meseleler ya! Bakın mesele diyorum. Müslüman Anadolu demekle müşahhas olarak ne diyorsunuz meselesi ortada kalmaya devam ediyor. Kemalist anlayışca parçalanan ve devamlılığı kesintiye uğrayan Müslüman Anadolu tespitinden hareketle bu duruma karşı acemice bir tepki olarak içi kelle sayısınca doldurulabilecek bir sabit (!) "tarih şuuru" kavramı çözüm olabilir mi? Bu ahlâken mümkün olmadığı gibi, zamana dair ölçülendirme ölçüleri bilinmeden istense de başarılamayacak bir husustur. Zamanın "keyfiyet-değer-zihniyet" gibi ruha bağlı bir şube belirttiği göz önünde tutulursa, bütün zamanların kendisine göre değer kazanacağı "zamanüstü hakikat" nerededir? Bu belirtilmeden sihirli değnek gibi kastı okuyucuya terk edilmiş bir "tarih şuuru" ne ifade eder?!

Üstâd'ın "Çöle İnen Nur-Bütün zamana ve mekâna" adlı Allah Rasûlü'nün hayatını zevken idrak buudunda anlattığı eserinin başlığı bile neyi kast ettiğimi izaha yeterli. Salih Mirzabeyoğlu'nun "İbda Diyalektiği -Kurtuluş Yolu" adlı eserinde  "Tarih Muhasebemiz" ve "Tarih Ölçümüz" başlığında ortaya koyduğu tarih şuuru hem bizzat tarih yığınına hangi ölçülerle bakmak gerektiğini, hem de bu ölçülerle bakıldığında nasıl bir tarih muhtevasının ele geçtiğini göstermesi bakımından ele alınmalıdır. Ayrıca Ahmet Davutoğlu'nun içi boş "tarih şuuru" temelli stratejik zihniyet ve planlama tezinin bir araç olarak hangi "sistem" adına ve menfaatine kullanılabilirse bir kıymet gösterebileceğini aynı eserin "Kurtuluş Yolu" başlığında görebiliriz.

Misâl Büyük Doğu değil de liberal-demokrasi gözüyle yapılacak bir tarih okumasının ortaya koyduğu "tarih şuuru" zaruri olarak bizi liberal-demokrasi muhtevalı "yeni dünya düzeni"ne ulaştıracak bir stratejik zihniyet ve planlamaya bağlar.

Osmanlı-Selçuklu'ya da hangi ölçü ile bakacağımız ve geçmişi tecrübe verimleri halinde istikbale hazırlayıcı olsun diye hangi "sistem şuuru" ile ve için yakıt kılacağımız ancak bu berraklık sağlandığında yerli yerine oturabilir.

Genç Adam- Dilersenin dile getirdiğiniz bu temel zaafı "yeni dönem" politikaları bakımından ele alalım. Pratik sonuçları bakımından bakıldığında "yeni dönem" dış politika uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

A.Kuloğlu- Belli bir dünya görüşü açısından mevcudun tenkidi ve reddi, dünya görüşü zaafiyetinin ne demek olduğunu göstermek gayeli ayrı bir iş olabilir veya yine belli bir dünya görüşünün hakimiyet sürecinde mevcudu değerlendirici, mevcudu kendi lehine kullanmak gayeli bir iş de olabilir. Dolayısı ile "yeni dönem" dış politikasını değerlendirmek iki ayrı gaye bakımından yapılabilir. Birinci durumda eserin temel dayanağı olan "tarih şuuru" açısından zaafını belirttiğime göre benim açımdan yerine göre kendi lehime kullanacağım veya terk edeceğim herhangi bir teknik malûmat kaynağı olmaktan öte bir mana ifade ettiğini söyleyemem. İkinci duruma gelince, Türkiye'nin mevcut dış politikasını iç politikayla birlikte "bütün" politikasından ayrı düşünmemek gereği açık. Başta yaptığımız değerlendirmeyi hatırlatarak, "Stratejik Derinlik" için yaptığımız gönülsüz şuursuzluk vasıflandırmasını aynen tezahürleri olan bugünün politikaları için de geçerli kabul edebiliriz.

Liberal batı'nın "yeni dünya düzeni" hesabına bir düzenleme gayesiyle oluşturduğu politikaların Türkiye özelinde tesirlerinden duyulan rahatsızlığa mukabil -ki gönülsüzlük dediğim budur- , bizzat liberal-demokrasi muhtevasına yönelik ortaya konulabilmiş bir itirazın ve rahatsızlığın olamadığını görüyoruz. Bu "yeni dünya düzeni"nin esasını -kendi ideolojik bütünlükleri olmadığı için- kabul etmek durumunda kalan "rahatsız"ların "yeni dünya düzeni" içinde politik bağımsızlıktan ibaret bir ufka mahkûm olmaları sonucunu doğuruyor. Liberal-demokrasi muhtevalı "yeni dünya düzeni" üzerinden hakimiyetini dayatan batıya karşı, muhteva yönüyle değilde hükümranlık bakımından yükseltilen cılız itiraz sesinin cılız politikasından ibaret bir manzara... Halk gözünde işte bu cılız itiraz bile, kemalist dönem boyunca şahit olduğu şahsiyetsizliğe nisbetle bir "şey" oluyor.Tavuk gövdesinde arslan aksiyonu gibi bir garabet!. Halbuki arslan ancak arslan gövdesiyle arslan olabilir! Bu sadece Türkiye özelinde değil, fakat tüm halkı müslüman ülkelerde gördüğümüz isyan dalgası için de söz konusu edilebilecek bir zaaftır.

Genç Adam- Daha açık ifade edin desem..

A.Kuloğlu- Daha açık ifade edersem, bugün mevcud hareketleri gönülsüz olmakla birlikte şuursuzluktan doğan bir mahkûmiyet neticesine bağladığıma göre, gönülsüz olduğu halde -öyle olanlar açısından söylüyorum- batının "yeni dünya düzeni"ne karşı "yeni dünya düzeni"miz olarak Büyük Doğu esasına bağlı bir ideolojik red tavrının şifası bedahattir. Bundan daha açık ve doğrudan bir ifade olabilir mi bilmiyorum?

Ayrıca bu Anadolu Müslümanları için stratejik ve hususî bir imkândır. Tüm ümmetin kendi "hayat tarzı"na bağlı bir ideolojiden mahrum oluşundan kaynaklanan sıkıntılarına derman olucu bir "rol model" olmak fırsatıyla tarihî misyonuna avdet etmek imkânı vardır!. Ayrıca R.T. Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Beşir Atalay da içinde olmak üzere, hepsini teker teker saymanın lüzumsuz olduğu tüm Anadolu Müslüman topluluklarının üzerine düşen bir borçtur.

Genç Adam- Batının "yeni dünya düzeni" teklifine karşı gönüllü şuursuzlardan bahsetmiştiniz. Tavisiz bir tutum sahibi oldukları halde İslam'ı bizzat batının liberal-demokrasi muhtevalı "yeni dünya düzeni"ne karşı ileriye sürenler.. Bugün direniş cepheleri veya cihadî-selefî hareketler olarak sunulan müslümanları mı kast ediyorsunuz?

A.Kuloğlu- Öncelikle ve peşinen şunu söylemeliyim. Batının "yeni dünya düzeni"ne karşı toptan bir red tavrının gereği olarak mücadele edenler hangi isim altında anılırlarsa anılsınlar, bizim açımızdan mücadelesi desteklenmesi gerekenlerdir. Zıt bir itikadın dünya görüşüne karşı iman ettiği dini ileri sürmek zaafı olsa da bu böyle! Fakat şunu da görmek ve göstermek mecburiyetindeyiz, bu anlayışla ve zaafla kazanılacak bir zafer yenilgiden beter bir zafere dönüşmeye mahkûmdur. Politik olarak ortaya konulan desteğimiz ister bu sınıf için isterse sistem içi politik ufuklu mücadele edenler sınıfı için düşünülsün, ancak bir dünya görüşü bütünlüğünde verimlendirilerek gayesine erdirilebilirler. Aksi halde birisi düzünden diğer tersinden aynı akıbeti yaşama tehlikesi altındadırlar.

Selefî demiştiniz.. Bugün bu kelimeyle kast edilen bir tek zihniyet değil tam tersine muhtelif ve hatta birbirine zıt zihniyetlerin toplamı halinde "dağınık ve dağıtan" bir anlayıştır. Böyle bir anlayışla bir "dünya görüşü" yani "toplu ve toplayan" bir vasıf etrafında KURUCU TOPLU BİR İRADE ortaya koymak mümkün değildir.

Daha açık ifadesiyle, Ehl-i Sünnetin zahir ve batını ile ortaya koyduğu usûl disiplini olmadan bu iş başarılamaz!..

Böylece ihtar ve davetimizi daha geniş çapta bütün Ümmete şamil bir genişlikte tekrarlamış oluyorum. Fakat imkân olarak Üstad ve Salih Mirzabeyoğlu'nun Anadolu'lu oluşu bu genişliğin ancak merkezi Anadolu olan bir  aksiyonla çevreye doğru bir hareket metoduyla gerçekleşebileceğini gösteriyor. Bu bakımdan Müslüman Anadolu'nun "İDEOLOJİK" kuruculuk imkân ve mesuliyeti açıktır.

Genç Adam- Bir taraftan da şöyle bir hakikat var. Üstâd'ın ortaya koyduğu dünya görüşü imkânından kaçan ve sakınan bir İslamî camia gerçeği?!.. Bunun en açık tezahürü 28 Şubat mağduru olmaktan ibaret bir "mazlûmluk" çapında Salih Mirzabeyoğlu'nun ele alınıyor oluşu, bu konuda bağlılığınız ortada bir insan olarak neler söylersiniz?

A.Kuloğlu- Neler söylemek istemem desem daha yerinde olur! Merhametin vesile olduğu çok şeyler olabilir bu ayrı bir mevzuu fakat hakikatte merhamete ihtiyacı olanın, izahını yapabildiğimi ümid ediyorum, başta Anadolu Müslümanları olmak üzere bütün bir Ümmet olduğu açık değil mi?!.. Ve Salih Mirzabeyoğlu'nun şu demokratik hürriyet (!) ortamında kendisi hala cezaevinde olmasına rağmen teklif ettiği dünya görüşünü izah ettiği eserleriyle hangi çapta bir MERHAMET gösterdiği!.. Eğri oturup doğru konuşalım. İnsan hakkını verebilir veya veremez fakat merhametin müslümancası da budur! İnsan hakları deniliyor ya! İnsandan murad Allah Rasûlüdür ve bizler O'nu nasıl örnek alacağımızın örneği olan sahabelerin elinden tarifini aldığımız İNSAN sınıfına girebildiğimiz kadar İNSANIZ. Hak vesaire de buna göre!!!.. İslam Fıkhının müslim- gayrimüslim haklarını derecelendirmesinin haklılığı da buradan!

Bu ruh ve anlayış gözüyle bakarsanız, Salih Mirzabeyoğlu  üzerindeki ÜMMET HAKINI müslim ve gayrimüslim çapında vermiş bir alacaklıdır. Elbette mevzuu şahıs değil, "işi ehliyetliye verme" mukaddes ölçüsünün hasrında ahlakî bir borç! Altyapısı olmayan adamın bu bakımdan mesuliyetini hafifletmek mümkündür, fakat altyapısı olanın mesuliyetine mukabil "ademe mahkûm etme" tavrını ne ile izah edeceğiz!

Allah ne eyler bilmiyorum. Ne eylerse eyler, güzel eyler derim. Fakat özellikle hem mesuliyet derecesi bakımından üstlerde hem de fiilen üstlerde olanların O'nun üzerinden bütün bir ÜMMETİ mahrum ettikleri "dünya görüşü" yokluğundan doğan ızdırapların hesabını nasıl verecekler?!

Şüphesiz insan cahil ve cesur oluyor!

Genç Adam- Diğer bir sohbette devam etmek üzere şimdilik sözü sonlandıralım mı? Ne dersiniz?

A.Kuloğlu - Son söz hakkımı kullanarak eyvallah derim. Şunun iyice anlaşılmasını diliyorum. Biz tüm müslümanları ve hatta daha geniş bir halka içinde mukaddesatçıları kendimizden bilmekten dolayı gereğinde merhametten doğan bir sertlikle tenkit ediyoruz. Öte yandan başlarına bir iş gelse ve geldiğinde kalem ve kılıçla savunmaktan da geri duramayız, durmamalıyız. Bu ruh yerinde sağlam durduktan sonra, hakikat arayıcılığı yolunda kemik sesi gelmesinde bir hasbilik ve yiğitlik tarafı bulabiliriz. Aksi halde iş, birbirini pohpohlamak ve hale rızalık gibi donmaya zemin hazırlar ki, bundan daha büyük bir felaket düşünülemez. Yeter ki, ortaya bir ölçü konulmuş olsun, neyi, neye göre, hangi bütünlük şuuruna bağlı olarak tenkid ediyorsunun hesabı verilebilsin.

"Doğru düşünce olmadan, doğru düşünce faaliyeti olmaz". Bu söz bizi işte böyle sahici bir fikir çığırını açmaya mecbur olduğumuzu ihtar ediyor.

Genç Adam- Ben de size teşekkür ediyorum ve Allah'a emanet ediyorum.

A.Kuloğlu- Tüm okuyucularla birlikte siz de Allah'a emanet olun. Baki selam ve dua!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder