8 Temmuz 2013 Pazartesi

MODERN FİRAVUNUN BÜYÜSÜ DEMOKRASİ’Yİ MUSA’NIN TORUNLARI BOZDU!

(Yeni Şafak için 06.07.2013'de yazılmış bir yazım. Mısır'daki İslamî koalisyonun batı-siyonist darbe karşısında yaşattığı zaafı da son paragrafta çok kısa bir biçimde belirttim ve teklifimi de yazdım. Bu sabah aynen beklediğim gibi süreç başladı! Bu darbe barışcıl gösterilerle geri adım ATAMAZ, sebebini hem bu yazıda hem de http://fikirperver.blogspot.com/2013/06/dunyada-ve-ortadoguda-erdogan-neye.html de yazdığım yazılardan görebilirsiniz.)



Daha önce bu sayfada yazdığım “Dünya'da ve Ortadoğu'da Erdoğan Neye Tekabül Ediyor?” başlıklı yazıda özetle, Osmanlı bakiyesi sahanın soğuk savaş ertesi doğan boşluğu doldurmak üzere batı tarafından doldurulmak istendiğini belirtmiştim. Bu amaçla, batı ile uyumu sağlayacağı düşünülen “muhafazakâr demokratik” rejimlerin bölgeye hakim olması temelli bir stratejinin son 10 yıldır açıktan uygulandığını, buna karşılık Siyonist devlet İsrail’in böyle bir stratejinin bölgede İslamî uyanışı tetikleyeceği gerekçesi ile bu stratejiye karşı çıktığını söylemiştim. Siyonist İsrail merkezli odağın, parçalanmış ve ihtilafları derinleşmiş bir İslam dünyası taraftarı olduğunu ve bu amaçla şahin bir politikayı dayattığını da ilave etmiştim.
2000’li yılların başından bugüne özellikle Körfez Savaşları sonrası,  Siyonist İsrail’in dayattığı bu politika konusunda desteğini çeken ABD ve İngiltere (Anglosakson Liderliği), “muhafazakâr demokrasi” temelli “yumuşak güç” metoduyla bölgede var olan ılımlı-uyumlu İslamî yapılarla ittifaka girdiler. Türkiye’nin tarihî tecrübesi ve geçmişiyle “muhafazakâr demokrasi” konusunda örneklik teşkil edebilecek altyapısı dikkate alındı ve bu strateji Türkiye’de uygulanmaya başlandı.
Bu arada “Arap Baharı” zaten yıllardır kaynayan “İslam ve Özgürlük” temelli gerilimi soğuk savaş ertesi başlayan değişimin de etkisiyle Batı’nın da beklemediği bir zamanda patlattı. Bu şartlarda Batının elinde Türkiye üzerinden yürürlüğe soktukları batı ile uyumlu –terbiye edilmiş- “muhafazakâr demokrasi” illüzyonlu hazır bir reçeten başka bir şey yoktu. “Arap Baharı” bu yönde istismar edilmeye çalışıldı. Özellikle Mısır söz konusu olduğunda, İslamî örgütlülüğün en yoğun ve güçlü olduğu bu ülkede kendisinden emin olunan ordu-yargı-iktisadî aktörler kontrolünde bir geçiş denemesine kapıyı araladılar. Arap Baharı Suriye üzerinden Ortadoğu coğrafyasına giriş yaptığında henüz emin olamadıkları bu stratejinin riskleri belirmeye başlamıştı. Bundan özellikle İsrail ve Körfez Ülkeleri fena halde rahatsız oldu. Çünkü uzun vadede bu sürecin aleyhlerine dönebileceğini ve kontrolden çıkabileceğini ısrarla söyleyen onlardı. Hem Türkiye’nin son 10 yılın 2 yıllık hem de Mısır’ın son 1,5 yıllık tecrübesi ve hem de İsrail ve Körfez Ülkelerinin şiddetli ihtar ve tehditleri neticesinde Anglo-Sakson Liderliği pes etmek zorunda kaldı. “Muhafazakâr Demokrasi” temelli strateji masadan çekildi ve bunun ilk somut göstergesi Suriye’de görüldü. Çünkü en zayıf halka Suriye idi.
Bugün ikinci zayıf halka Mısır’da, Siyonist İsrail ve Körfez Ülkelerinin itelemesi ve Anglosakson Liderliğinin tasvibi ile bir askerî darbeyi birlikte seyrediyoruz. Açıkçası bu durum Batı’nın çaresizliğinin bir eseri olmuştur. Modern Firavun’un büyüsü “Demokrasi” meydan okuması, Hz.Musa’nın torunları tarafından kabul edilmiş ve bu meydan okuma eşsiz bir biçimde yutulmuştur. Hz.Musa’nın asasının yılana dönüşüp sahte yılanları yutması gibi. İşte bu vaziyet karşısında Modern Firavun dünya elitleri geri adım atmış fakat yenilgiyi kabul etmemiştir.

Ne Yapmalı?

Bugün Mısır’a daha yakından baktığımızda, batıcı-siyonist askerî darbenin İhvan hareketi özelinde Mısır İslamî koalisyonuna doğrudan bir müdahale yapmaktan uzak duracağını, buna karşılık sivil taraftarları ile İhvan’ı çatıştırma yolunu tercih edeceğini bekleyebiliriz. Böylece batıcı-siyonist darbe İslamî koalisyon ile arasına sivil bir kalkan inşa etmiş olacaktır. Bu büyük bir tuzaktır. İslamî koalisyon kesinlikle bu tuzağa düşmemelidir. Diğer bir tuzak ise, batıcı-siyonist darbenin “barışcıl gösteri” ile kendisini bağlayan İslamî koalisyonun bu zaafından yararlanarak –şüphesiz güçlü bir dış desteğin verdiği bir güvenle- çok çeşitli mevzilenmelere fırsat bulabilen durumudur. İslamî koalisyon batıcı-siyonist olmak suçlamasıyla darbecileri hedef alan “barışcıl gösteriler” yanında mutlaka “halk şiddeti” seçeneğinin de hakkını mahfuz tutmalı ve bunu hissettirmelidir. Bu darbecilerin çöreklendiği ordu ve emniyet güçleri içindeki halis unsurlara cesaret verecek ve darbecilerin çözülmesini hızlandıracaktır. Mursi’nin tavisiz ve pazarlığa yanaşmaz tutumu gayet yerindedir ve kendisiyle birlikte temsil ettiği İslamî koalisyonu bağlayacak dolayısı ile batıcı-siyonistlere bir kurtuluş ümidi vehmettirecek bütün yolları kapatmıştır. Mısır’da İslamî koalisyonun kendisini bağlayan “barışcıl gösteri” zaafı hariç tutulursa takip ettiği kararlı ve inatçı tutum darbecilerin dayanağı ordu ve emniyeti güçlerini çözücüdür ve yerindedir. İslamî koalisyon örgütlü terör yoluna girmeden bu güçler üzerinde bezdirici ve yıpratıcı “halk şiddeti” seçeneğini yer sarsıcı bir biçimde kullanmaktan çekinmemelidir. Filistin İntifadası tecrübesi bu konuda iyi bir örnektir. Hem barışcıl gösteri hemde sarsıcı halk şiddeti eşliğinde darbecilerin batıcı-siyonist vasfı Mısır kamuoyunda özellikle sosyal medya ve milyonluk halk sloganları üzerinden deşifre edilmelidir. Kısaca barışcıl sivil hareket ile halk şiddeti karması eşliğinde yoğun bir propaganda kaçınılmazdır. Aksi halde geri adım atılması mümkün olmayan Mısır’da dış desteğin gücüne dayanan batıcı-siyonist darbe hükümeti, halkı maddî desteklerle ve rahatlamalarla yanına çekerken, eninde sonunda sivil taraflar arası çatışmaya sokarak tek örgütlü güç olarak kendisinin ne kadar gerekli ve önemli olduğunu kabul ettirecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder